Ayak sesleri Hercules'e aitti. O kadar iyi kamufle olmuştum ki, beni fark etmeden yanımdan geçerek annemle bütünleşen ağacın yanında durdu. Daha önce hiç duymadığım bir şekilde ağaca birşeyler fısıldadı. Konuşması, rüzgarın çıkardığı sesler gibiydi. Psikolojim o denli bozulmuştu ki, ağaç cevap verse, karşılıklı sohbet etmeye başlasalar bile şaşırmazdım herhalde.
Gerçi, daha ilginç bir şey oldu. Hercules'ün eli ağaca uzanınca, ağaçtan da dışarıya doğru bir el uzandı. Annem geri gelmeye başlamıştı. Önce, bir eli belirginleşti, sonra aynı taraftaki ayağı. Sonra kafası, diğer el ve ayağı…
Garip olaylara ne kadar alışmaya başlasam da bu olay, kısa süreli bir şaşkınlık evresi geçirmeme neden oldu. Annem ve Hercules'ün karşılıklı konuşmaya başlamaları üzerine, bütün görgü ve ahlak kurallarını bir kenara bırakıp onları gizlice dinlemeye karar verdim. Fakat annem de, biraz önce Hercules'ün çıkardığı rüzgâr sesini andıran, daha önce hiç duymadığım bir konuşma dilini kullanmaya başladı. Böylece gizlice dinleme operasyonum suya düşmüştü; ancak yüz ifadelerinden ve seslerin vurgularından anladığım kadarıyla tartışıyorlardı ve annemin söylediklerine Hercules şiddetle karşı çıkıyordu. Buna rağmen, annemin asla geri adım atmaya niyeti yok gibiydi. Benim göremediğim alandaki bir şeyleri göstererek sesini iyice yükseltip konuşmasına devam etti. Bu aşamada Hercules, sessiz kalmayı tercih edip hiç karşılık vermemişti.
Hercules'ün geri adım atmasına neden olan, annemin gösterdiğişeyin ne olduğunu deli gibi merak etmeye başlamıştım. Bizimle ilgili olduğundan yüzde yüz emindim.
Ayağa kalkmadan ve tabii ki sessizce bir metre sağıma ilerleyebilsem, annemin işaret ettiği noktayı görebilme şansım vardı. En büyük sorun, bunu yaparken çok iyi gizlenmem gerekiyordu.Tam da bunu denemeye karar vermiştim ki, omzumda hissettiğim yumuşak dokunuşla yakalandığımı zannederek panikledim. Ariel uyanmış olamazdı çünkü çok yorgundu. Aden veya Keira olmalıydı. Çabuk davranıp konuşmasını veya ses çıkarmasını engellemem gerekiyordu. Bizi fark ederlerse, annemin bitmez tükenmez soruları ile karşı karşıya kalacaktık ki bu da facia demekti.
Ani bir refleksle arkama döndüm ve beklediğimin tersine, kocaman dev gibi bir ağaç yaprağıyla burun buruna geldim. Demek ki yanlış hissetmişim diye düşündüm, arkamda kimse yoktu. Dahası şimdilik kimseye dert anlatmak zorunda kalmayacaktım. Bu beni oldukça rahatlatmıştı; fakat yaprağın kımıldayıp beni dürtmesiyle rahatlamak için erken olduğunun farkına vardım.
Ağaç bütün yapraklarını bana çevirerek, arka arkaya top sürerek potaya yaklaşan pivotu durdurmaya çalışan, defans oyuncusunun kollarıyla yaptığı gibi üzerime doğru uzattı. Etrafımdaki diğer ağaçlar da ilkinin yaptığı hareketin aynısını yaptı. Çevremi o kadar iyi örtmüşlerdi ki, kozanın içerisindeki ipek böceğinden hiçbir farkım kalmamıştı. Çok iyi gizlenmeyi dilerken, ağaçlar bu işi öylesine iyi yapmışlardı ki, çıplak gözle görülmem mümkün değildi. Çok teknolojik cihazlarla belki, mesela termal kameralarla falan yerimi tespit etmek mümkün olabilirdi.
Gizlenmeyi dilemek derken… Bütün bunların halüsinasyon olup olmadığını bile sorgulamaya gerek duymuyordum artık. Bu ağaçlar, istediğim şeyleri yerine getiriyor olabilirler miydi? Bugün yaşadığım onca şeyin üzerine, bunun da mümkün olduğunu görmek beni hiç şaşırtmazdı doğrusu… Bu teorimi hemen test etmem gerekiyordu. Aklımdan, gizlenmeye ihtiyacım olmadığını geçirdim. Ve bingo… Ağaçlar, yapraklarını üzerimden yavaş yavaş çekmeye başladılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...