Çok hızlı hareket etmem gerekiyordu. Fazla yaklaşamazdım çünkü kum beni de içeri çekebilirdi. İleriye uzatacak bir şey bulmalıydım fakat etrafımda kullanacak hiçbir şey yoktu. Birden aklıma kemerim geldi. Aceleyle çıkarıp Matt'e doğru uzatarak bağırdım:
"Yakala şunu!"
Matt iki eliyle kemeri sıkıca tuttu.
"Tamam, şimdi kendini çekmeye çalış, ben de sana yardımcı olacağım." diye devam ettim.
Matt korku ve heyecanın sağladığı adrenalinle kendini çekmeye çalışıyordu. Bu arada kumlar artık başlangıçtaki gibi hareketli değildi. Mel'i izlediğim görüntüdeki gibi olay bölge bölge oluyordu ve bu kısımdaki hareketlenme neredeyse durmuştu.
Tam Matt ayağını kumdan çıkardığında, kumda oluşan ve küçük bir krater çukurunu andıran deliğin içinde hareket eden bir şey olduğunu fark ettim. Hızlıca kemeri tek elime geçirdim ve boşta kalan elimle kılıcımı çektim.
"Matt, sakın arkana bakma!" diye bağırdım.
Matt kafasını kaldırarak kaderine lanet okur gibi bir ses tonuyla:
"Yine ne var?" diye sordu.
"Birazdan anlayacağız, henüz ben de bilmiyorum.'' diye cevap verdim.
Kratercikten futbol topu büyüklüğünde ve üzeri tamamen tüyle kaplı yeşil bir yaratık fırladı. Kocaman bir çift gözü olan sevimli bir tüy yumağıydı bu. Matt'in kumdan uzaklaşmakta olan bacağınayaklaştıkça tüy yumağının, birdenbire açılan kocaman ağzı ve köpekbalığınınkini andıran dişleriyle çok da sevimli olmadığını fark ettim. Kılıcımı hızla savurdum, neyse ki Matt ani bir refleksle kafasını öne eğmişti. Ortalık, bir iki tane koyu renk hariç, -ki onlar büyük ihtimalle Matt'in saçıydı- uçuşan yemyeşil tüylerle kaplanmıştı.
Matt kumdan çıkmış ve yüzükoyun yerde yatıyordu. Elleriyle kafasının yerinde olup olmadığını kontrol etti. Her şeyin yerli yerinde olduğunu anlayınca rahatladı, yalnızca üstten bir tutam saçı eksilmişti.
"Hadi ama o kadar üzülme, yeniden uzar." dedim dalga geçerek.
Henüz zafer sarhoşluğunu tam üzerimden atmamıştım ki, arkadaki kum alanda tekrar bir hareketlenme sezdim. Matt'i yutmaya çalışan bölgede, sanki kaynayan muhallebi tenceresinin üzerindekiler gibi küçük kratercikler oluşmaya başladı. Oluşumu tamamlanan her kraterden, biraz önce Matt'in bacağını yakalamaya çalışan tüylü yaratıklardan biri kafasını çıkarıyor, sonra kayboluyordu. Yaratıkların her biri farklı renkteydi ve sanki tokmak oyununun gerçek versiyonu gibiydi. Kılıcımı sıkıca kavradım ve Matt'e seslendim:
"Hemen kalk ve kılıcını al."
Matt ani bir hareketle söylediğimi yaptı, yaşadığı olaylar onaher an her şey olabileceğini öğretmiş gibiydi. Normal zamanda o kılıcı oradan alması için düzinelerce soruya cevap vermem gerekirdi. Kafasını benim baktığım tarafa çevirince ne demek istediğimi anlamıştı.
"Ne bu şimdi, bir tür şaka mı?" diye sordu Matt.
"Elini uzat istersen, o zaman daha iyi anlarsın şaka mı gerçek mi olduğunu."
"Peki ne yapacağız?"
"Hepsini öldüreceğiz."
"Niye?"
Matt uzun zamandan beri ilk kez mantıklı bir söz söylemişti. Onları şimdilik öldürmemiz gerekmiyordu. Ayrıca daha ciddi bir sorunumuz vardı:
Kumdan fırlayan sempatik yaratıklara kendimizi o kadar kaptırmıştık ki, arkamızı kollamak hiç aklımıza gelmemişti. Her kimse, dikkatsizliğimizden yararlanarak ensemize kadar gelip, bizi tehdit edecek rahat bir pozisyon yakalamıştı.
"Siz ikiniz, silahlarınızı yavaşça yere bırakın ve ellerinizi havaya kaldırın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Fantascienza"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...