Yaklaşık elli metre uzaktaydı. İyice küçülmüş olan sağlam bir zemin üzerinde, çevresindeki birdenbire ortası çukurlaşan kum alanları korkuyla seyrediyordu. Kimbilir, belki birazdan bastığı zemin çökecekti.
"Dayan Melanie, oraya geliyorum!" diyerek ona moral vermeye çalıştım.
Babamın yaptığı şu köprü, gerçekten şapka çıkartılacak bir buluştu. Hiç tükenmiyordu, üzerinde ilerlemeye devam ettikçe uzamaya devam ediyordu. Uzama sırasında mekanizmanın çıkarttığı şıkırtılar gerçekten de büyüleyici bir senfoni gibiydi.
Birdenbire aklıma bir şey takıldı. Bu alet böyle uzayıp duracaksa, işi bittiğinde nasıl taşınacaktı? Bir şekilde kendini küçültmek zorundaydı, babam mutlaka bunu düşünmüş olmalıydı. Adaya ulaşma yaklaşık on metre kalmıştı ve Melanie sevinçten tenis topu gibi zıplayıp duruyordu.
Köprünün ulaştığı boyutu merak ederek arkama dönmemle birlikte, babamın ürettiği çözümü anlamış oldum: Köprü ön taraftan uzadıkça arka taraftan aynı ölçüde kısalıyordu. Problem yoktu, Melanie'ye ulaştığımda köprüyü ters çevirip Matt'le Simon'un yanına dönebilirdik.
Ama bir sorun vardı. Adaya yaklaşmaya başlayınca köprü, uzadığından daha fazla kısalmaya başladı. Hatta adaya iki metrekala kısalma o kadar hızlanmıştı ki, köprünün yok olacağını anladım ve önümdeki kalan son bir metrelik köprü parçasını sıçramak için kullanarak Melanie'nin üzerine uçtum.
"Carol'ciğim, beni bu kadar özlediğini bilmiyordum." dedi Melanie sırıtarak. "Özlemini giderdiysen kalk artık üzerimden."
Kalkmaya çalışıyordum ama Melanie'nin elindeki pelerine benzeyen tuhaf şey bacaklarıma dolanmıştı, bu nedenle bir türlü beceremiyordum. Biraz önceki ürkek Melanie'den eser kalmamıştı, espri yeteneği zirve yapmak üzereydi.
"Carol, bak yanlış anlayacaklar, hem böyle ortalık yerde olmaz, çok ayıp."
"Melanie, biraz susar mısın? Şu tuhaf giysinden kurtulmaya çalışıyorum."
Sonunda kurtulup ayağa kalkmayı başarmıştım. Melanie de toparlanıp ayağa kalktı. Üzerindeki kumları temizlemeye başlamıştı. Sinirlenerek:
"Melanie!" diye bağırdım. "Temizlik yapacağına önce bir hoş geldin de, sarıl, ne bileyim seni kurtarmak için bir yerlerimizi yırttık sonuçta… İnsan biraz yakınlık gösterir."
"Carol, biraz önce bütün bir yıl yetecek kadar yakınlaştık zaten, sence de öyle değil mi?"
"Tamam Mel tamam, komikliğin sırası değil."
Sözümü tamamlamadan, Melanie boynuma atlayarak sımsıkı sarıldı. Hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Çok korktuğu açıkça belli oluyordu.
"O kadar çok korktum ki anlatamam, tamam bu bir oyun biliyorum ama her şey o kadar gerçek ki…" dedi. "Ayrıca, o tuhaf giysi dediğin şey benim silahım.''
"Mel, seni kandırmışlar canım. Kumaş parçasını sana silah diye yutturmuşlar, kaç para ödedin buna?" diyerek dalga geçtim.
"Kızım, silah ikonuna tıkladım, bu çıktı. Ha, bir de şu acayip kutu şeklinde şey var. Omzuna asarak taşıyorsun, ne olduğunu çözemedim; ama o kadar ağır ki anlatamam."
"Bunun üzerinde bir düğme var, bastın mı buna?"
"Evet; ama bir şey çıkmadı. Ayrıca aydınlatmalı bir düğme bu. Fakat senin de gördüğün gibi hiçbir hareket yok."
"Bunu aktive eden bir şey olmalı"
"Belki pili falan bitmiştir."
"Yok, başka bir numarası var bunun, yakında anlarız."
"Silah dediğin seninki gibi olmalı." dedi Melanie imrenerek.
"Seninki derken?"
"Yani kılıcın demek istiyorum."
"Kılıç tabii ki güzel bir silah ama bu tokmağı yabana atma, neredeyse bütün tüylü kafaları bununla öldürdüm!" diyerek tokmağı tutan elimi havaya kaldırdım. Ama o da ne! Elimdeki tokmak kaybolmuştu…
"Ah baba, niçin böyle yapıyorsun?" dedim hayıflanarak. Ama oyunun başında babam zaten silahların bir kez kullanılacak şekilde programlandığını söylemişti, kullanılan silah gerçekten de yok oluyordu. Köprü yok olmuştu, şimdi de tokmak… Fakat kılıç kalıcıydı…
"Evet… Melanie'ciğim, buradan nasıl çıkacağız?"
"Nasıl yani?" dedi Mel. "Bir planın yok mu yoksa?"
"Hayatım, durumun ciddiyetini kavrayamamış olma ihtimaline karşı anlatmaya başlıyorum: Dönüş için üzerinde geldiğim köprüyü kullanmayı planlamıştım; ama yok oldu. Dönerken karşımıza tüylü kafalardan çıksaydı -ki şefleri olan beyaz tüy yumağıyla diplomatik ilişkileri epeyce ilerletmiştim, bu nedenle buna ihtimal vermiyorum- tokmakla halledebilirdim, gördüğün gibi tokmak da yok oldu.
Senin silahlarına gelince, içimden kusmak geliyor, tuhaf bir pelerin ve bir kutu. Ama yine de bunların bir anlamı olmalı…" dedim.
"Bir dakika Melanie, şu meşhur pelerinini biraz alabilir miyim?"
"Tabii neden olmasın? Ama ne yapacaksın ki?"
"Bunun mutlaka bir özelliği olmalı, gözden kaçırmış olmalıyız."
Pelerini incelemeye koyuldum. Çok tuhaf bir malzemeden yapılmıştı, katman katmandı. Koyu gri renkliydi ve oldukça hafifti. Büyük ihtimalle karbon-fiberin nano teknolojiyle üretilen bir versiyonuydu bu. Babamın bütün buluşları gibi bu da bir konseptti. Yani şu anda dünya üzerinde böyle bir şey henüz yoktu!
Tamam da, bu ne işe yarıyordu, bunu çözmeliydim. Kumaşı elimde dolaştırırken, elime dokunan metal şeklindeki bir halkayı fark ettim. Kumaşa bağlı olduğu yer, dairesel bir işaretle çerçeve içine alınmış ve altında "Pull" yazıyordu.
"Mel, buldum galiba!" dedim heyecanla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...