Eğilerek Hercules'ün elini usulca yerden kaldırdım ve kenardaki paslanmaz çelikten yapılmış sehpanın üzerine koydum. İçim intikam alma duygusuyla dolmuştu. Kapının arkasında ajanlarla karşılaşmayı umarak kılıcımın kabzasını sıkıca kavradım ve içeriye doğru temkinli bir şekilde adımımı attım. Aden, Keira, Ariel ve diğerleri beni takip ediyorlardı.
Annemin laboratuvarı ve bitkilerin bulunduğu seralar iki bin beş yüz metrekarelik büyük bir alanı kaplıyordu. Bu alan beş eşitbölüme ayrılmıştı. Ortada beş yüz metrekarelik laboratuvar ve hassas üretim birimi, laboratuvarın sağında ve solunda ise ikişer adet beş yüzer metrekareden oluşan toplamda iki bin metrekarelik genel üretim birimleri bulunuyordu. Her bir seranın tavan ve duvarları özel bir cam türü ile giydirilmişti. Bu cam yapı, elektronik sistemler yardımı ile enerji üretimi ve depolanması, bitki türlerinin ihtiyacına göre ışığı istenilen oranda geçirebilme, depolanan enerjiyi elektrik ve ısı enerjisi üretim birimlerine aktarabilme gibi fonksiyonları gerçekleştirebiliyordu.
Beşer yüz metrekarelik dört üretim biriminin her biri üzerindeki örtü sistemi, rayların üzerinde hareket ediyor ve birbiri içine geçerek kullanım alanının ihtiyaca göre artırılıp azaltılmasına olanak sağlıyordu. Böylece enerji verimliliği açısından önemli bir avantaj elde ediliyordu. Ayrıca serayı bu özellik sayesinde, istendiğinde tamamen açık olarak da kullanmak mümkün olabiliyordu.
Yine seralardaki ısı, nem ve oksijen seviyeleri bitki cinslerine göre elektronik sistemlerle otomatik olarak ayarlanıyor, sulama ve ilaçlama gibi fonksiyonlar da yine aynı sistem tarafından kontrol ediliyordu. Bu kontrol mekanizması bölgesel olarak işleyebildiği gibi özel elektrotlar sayesinde bitkileri ayrı ayrı olarak da denetleyebiliyordu.
Ortadaki laboratuvar bölümü, özel bitkilerin veya diğer birimlerin yetiştirilip inceleme aşamasına gelmiş bitkilerin bulunduğu bölümdü. Laboratuvarın her tarafı elektronik ve bilgisayar sistemleri ile donatılmıştı. Ayrıca her türlü inceleme ve analiz yapmayı sağlayan araç-gereç ve kimyasal maddeler de bulunuyordu. Bazı bitkilerin gövdesine elektrotlar batırılmıştı ve bu elektrotların ölçtüğü değerler bilgisayarlar tarafından kaydediliyordu.
Henüz birkaç adım atmıştım ki, birdenbire garip şeyler olmaya başladı. Laboratuvarın zemini ayaklarımın altından kayıp gitmişti. Sanki yerçekimi azalmıştı ve cisimler, birileri çekip sündürüyormuş gibi garip görünüşlere bürünmüştü. Bitkilerin üzerinden gezinen arıların kanatlarından çıkan küçük vızıltıları bile, tek pervanelieski model savaş uçaklarının motorlarından çıkan sesler kadar gürültülü bir şekilde algılamaya başlamıştım.
Ortalıkta formu bozulmuş bir halde uçuşan cisim siluetlerinin ortasında, babamın görüntüsü birdenbire net bir şekilde belirdi. Elindeki kılıcı kaldırmış ve yüzü bana dönük bir halde duruyor, karşısındaki iki kişiye hamle yapmak üzere bekliyordu.
Yavaşça ileriye doğru bir iki adım daha atarak görüntüye doğru ilerledim. Babamın karşısındakilerin kim olduklarını çok merak ediyordum. Biraz daha yaklaşınca anladım. Bunlar Coridan ve Alcander'di. Coridan, garip sesler çıkararak babama bir şeyler söylüyordu. Bir ara Alcander'e doğru döndü, ona da bir şeyler anlatmaya başladı. Konuşma sırasında yüzü yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Önce ağzı aşağıya doğru uzayarak büyüdü. Büyüyen ağzının içinde, iki sıra halinde tamamı sivri biçimli keskin dişler belirdi. Gözlerinin beyaz kısmı ve göz bebeği tamamen kayboldu ve onun yerini, sanki bakıldığında arkasında kapkaranlık uçurum varmış gibi hissettiren iki büyük, yuvarlak delik aldı. Konuşmaları daha çok hırıltı şeklinde çıkıyordu.
Bu, onun okulda gördüğüm görüntüsü ile aynıydı. Demek okulda yaşadıklarım benim sandığım gibi tamamen hayal ürünü değildi ve babama zarar vermek istedikleri açıkça belli oluyordu. Birden tereddüt ettim. Acaba yine hayal mi görüyordum? Bunu anlamak çok basitti. Gözlerimi sahneden ayırmadan sordum:
"Çocuklar, benim gördüklerimi siz de görüyor musunuz?"
"Evet, Carol, görüyoruz." diye cevap verdi Aden. Arkasından Ariel ve Keira da "Kör değiliz herhalde, tabii ki görüyoruz." diyerek onayladılar.
Bu cevaplar bir anlamda beynimin ve sinir sistemimin aklandığı anlamına geliyordu. Demek ki ben normaldim!
Fakat bunun yanında sorduğum soruya bu kadar kalabalığa rağmen sadece üç kişiden cevap gelmesi beni biraz kuşkulandırmıştı. Usulca arkaya döndüm. Aden, Keira ve Ariel'le göz göze geldik. Bizimkilerin arkasındaki sahne, öndekini aratmayacak kadar ilginçti.
Aden gözlerini ayırmadan sordu:
"Ne oldu, cevabı beğenmedin mi?"
"Ukalalık yapacağına arkanı dönüp bakar mısın?" diye cevapladım sertçe.
Aden ve onunla birlikte Ariel ve Keira da yavaşça arkaya döndü. Gördükleri manzara benim gibi onları da şaşırtmıştı.
"Neler oluyor böyle?" dedi Ariel mırıldanarak.
Arkadaşlarımız, sanki taş kesilmiş gibi her biri bir bitkinin yanında hareketsiz olarak duruyordu. Bakışları sabitti ancak gözlerini kırpıyorlardı. Bir şey seyrediyor gibilerdi. Keira en yakınında olan Melanie'nin yanına giderek kolundan tuttu ve sarstı. Ama hiçbir tepki alamadı. Sanki başka bir dünyada yaşamaya başlamış gibiydi.
Diğerleri de aynı durumdaydı. Kımıldamadan öylece sabit bakıyorlardı. Ve bütün bunlardan babamın karşısındaki bu iki ucube sorumluydu.
Büyük bir öfkeyle kılıcımı havaya kaldırarak arkaya döndüm ve tek bir hareketle Coridan ve Alcander'i gövdelerinden ikiye biçtim. Fakat kılıcım değer değmez ikisi birden sis bulutuna dönüştü ve arkasından da yok oldular.
Aradan birkaç saniye geçmişti ki, o ikisi dışarıda belirdi ve bu kez karşılarında annem vardı. Diz çökmüştü ve Coridan bir yandan onu saçlarından kavrayarak başını geriye doğru çekiyor, bir yandan da iğrenç ağzını annemin kulağına yaklaştırarak bir şeyler fısıldıyordu.
Aden ve Keira bu sahneyi görür görmez fırlayarak laboratuvarın cam kaplı duvarına yaklaştılar ve sürgülü kapıyı açarak dışarıya çıktılar. Kılıçlarını havaya kaldırıp aynı hızla anneme doğru koşmak üzere adım atmışlardı ki, birdenbire duraksadılar. Görüntü kaybolmuştu. Şaşkınlık içerisinde birbirlerinin suratlarına bakarak içeriye girdiler. Aden öfkeden deliye dönmüştü:
"Bu nasıl bir saçmalık böyle?" dedi bağırarak. "Annem ve o ikisi yok oldular."
"Sana öyle geliyor, bak oradalar."
Aden ve Keira arkalarına dönüp dışarıya baktılar. Evet, biraz önce gördükleri sahne yine oradaydı. Ama neden dışarıya çıkınca kayboluyordu? "Carol, benim sinirlerim bozulmaya başladı." dedi başını sallayarak. "Ne yapacağız şimdi?" diye devam etti.
Babama doğru ilerledim ve uzanarak elini tutmak istedim. Dokunur dokunmaz o da diğerleri gibi sis bulutu haline geldi. Babamın görüntüsü de kaybolunca, yerde birbirinin içene geçmiş iki daire şeklinde bir arma olduğunu fark ettim. Hercules'ün bahsettiği iniş noktası burası olmalıydı. Bunu onlara da gösterdim ve Aden'in sorusunu cevapladım.
"Her şeyden önce, soğukkanlı olacağız. Bu konu öncelikle seni ilgilendiriyor Aden. Daha sonra da şu meşhur çantayı bulmamız gerekiyor. Mahzenin iniş noktası belli nasıl olsa."
"O zaman aramaya başlayalım." dedi Keira. "Lukserialar sadece laboratuvarda var. Buralarda bir yerlerde olmalı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...