Arkama döndüm. Öylesine yavaş hareket edebiliyordum ki, bu dönüşün tamamlanması sanki saatlerce sürmüştü. Döndüğümde gün ışığı, daha farklı bir hal almıştı. Acaba güneş mi batıyordu? Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. "Bu imkansız!" diye çığlık atmak istedim. Bir değil, iki tane güneş vardı. Birbirinin içine geçmiş ve sadece birbirine temas eden yüzeyi aydınlık, diğer yüzeyleri karanlıktı. Karanlık yüzeyler, aydınlık yüzeye göre daha büyük olduğundan gökyüzü, güneş tutulmasında olduğu gibi loş görünüyordu.
Gözlerim loş ışığa alıştığında, karşımda insan siluetine benzeyen karaltılar gördüm. Korkuyla geriye doğru çekilmeye başlayınca bastığım zemin şiddetle sarsılmaya başladı. Hemen durdum. Ayaklarımın ucunda büyük bir uçurum oluşmuştu. Sarsıntılar nedeniyle kopan kaya parçaları, uçurumdan aşağı yuvarlanıyordu.
Loş taraftaki karanlık insan siluetleri, gökyüzünde arka arkaya açılan deliklerden çıkıp inanılmaz bir hızla çoğalmaya ve bir araya gelmeye başladı. Sanki dev bir ahtapotun iki kolunu oluşturmuşlardı. Bu kollar, gökyüzünde kırbaç gibi geziniyor ve git gide bana yaklaşıyorlardı. Kolların ani ve hızlı salınımları, havada şiddetli bir fırtına etkisi yaratmıştı. Güçlükle ayakta durmaya çalışıyordum.
"Sen burada olmalısın. Senin yerin, bizim yanımız!" diye çığlık şeklinde bir ses duydum. Binlerce siluet aynı anda konuşmuştu. O sırada kollar, beni yakalayabilecek kadar yaklaştı. Onlardan kaçabilmek için, aniden arkamı dönüp aydınlık tarafa doğru hamle yaptım. Ayağımın tekrar ıslak kumlara temas etmesiyle biraz olsun rahatlamıştım.
Önce, gökyüzüne baktım kendimi tutamayarak. Yine birbiri içine geçmiş iki güneş vardı. Ancak burada, temas eden yüzeyler karanlık, diğer kısımlar aydınlıktı. Bu nedenle burada ışık çok daha fazlaydı.
Aşırı parlaklık gözlerimi kamaştırsa da, denizin üzerinde hareket eden siluetleri fark ettim. Sanki deniz büyük bir insan topluluğuna dönüşmüştü. Gözlerim parlak ışığa alıştıkça, siluetlerin üzerinden damlayan suları görebiliyordum.
Daha sonra çevreyi gözlemlemeye başladım. Her şey nefes kesici güzellikteydi. Cennetin böyle bir yer olduğunu aklımdan geçirdim. Aynı anda, arkamdaki karanlıktan çabucak kurtulmak için hareket ettiğimde kumsal, ayaklarımın altından geriye çekildi. Tıpkı karanlık taraftaki gibi önümde derin bir uçurum oluşmuştu. İki taraf da uçurumdu ve ben tam ortasındaydım. Bir ip cambazı gibi dengede durmaya çalışıyordum.
Aydınlık taraftaki insan siluetleri birleşerek büyük bir yüze dönüştüler.
"Sen bizden birisin. Bize katılmalısın." dedi oluşan yüz.
Büyük Yüz’le sohbetimiz devam ederken, tanıdık bir ses kulaklarımda yankılanmaya başladı.
"Carol… Carol…"
Ariel'in sesiydi bu. Bulunduğum yerden hareket etmemeye dikkat ederek:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...