Hep birlikte laboratuvarın ortasındaki şeklin başında toplandık. Hercules'ün söylediğine göre, hepimiz şeklin üzerine ortasına kanlarımızı damlatacaktık ve ondan sonra da kapak açılacaktı. Önceliği yine ben aldım, kılıcımla sol elimin avuç içine dört beş santimlik bir kesik atıp elimi ters çevirerek şeklin üzerine tuttum. Önce şeklin üzerine parlak mavi-yeşil arası renkte bir damla düştü, ne olduğunu anlayamadan arka arkaya birkaç damla daha...
Bu sıvı, bilgisayar oyununda savaştığımız klonların kanı gibiydi, aynı renkte değildi ama benziyordu. Aden, Ariel ve Keira'yla birbirimizin yüzüne baktık. Korkarak elimi çevirdim ve kanayan yarama baktım. Evet, kanım artık kırmızı akmıyordu!
Benden sonra diğerleri de hemen avuçlarını kestiler ve merakla kanayan yaralarına baktılar. Hiçbirimizin kanı artık kırmızı akmıyordu. Ama ilginç bir durum vardı; birebir aynı renkte de değildi. Benimkinde mavi ton diğerlerininkine göre daha fazlaydı. Hepimizin kanı, maviyle farklı oranlarda yeşilin karıştırılması sonucu ortaya çıkan turkuaz renginin değişik tonlarıydı.
"İçtiğimiz sıvı etkisini göstermeye başlamış." dedi Keira korkuyla ve elini çevirerek kanın şeklin üzerine düşüşünü incelemeye başladı. Aden ve Ariel de ona katıldı.
Şeklin üzerine düşen kandamlaları, tıpkı civa damlası gibi hareket özelliği kazanmaya başlıyordu. Benim kanım doğrudan iç içe geçmiş iki dairenin kesişme noktasına, yani ortasına yöneldi. Diğerlerinin kanları, önce bir arada toplandı; arkasından karışımdaki mavi ve yeşil renk birbirinden ayrılarak mavi renkli kısımlar orta noktada birleşti, yeşil renkli kısım ise şeklin dış çerçevesini oluşturdu.
Şekil üzerindeki kanlarımızın -ya da adı her neyse artık- hareketi durunca, birdenbire bilgisayar sistemlerinin bulunduğu kumanda paneli aktif hale geldi. Sistem üzerindeki LED lambalar önce ikaz vererek, sonra da sabit bir şekilde yanmaya başladı. Aynı anda zemin üzerindeki şekil de mavi ve yeşil renkte kuvvetli bir ışık demeti yayarak, laboratuvarın ortasında devasa büyüklükte holografik bir bilgisayar ekranı oluşturdu.
Sistem babamın hazırladığı yazılımla açılıyordu ve ilerleme adımlarını bilgisayar kendiliğinden gerçekleştiriyordu. Kapak üzerine damlattığımız kanlarımız birleştiğinde, 'Server'i harekete geçiren şifre girişi otomatik olarak gerçekleşmişti.
Bilgisayar bir iki adımdan sonra 'Gizli' kodlu klasörü açtı. Burada alt alta sıralanmış ve anlamını bilmediğim farklı isim ve numara sistemiyle adlandırılmış yüzlerce dosya bulunuyordu. Annem ve babam, şimdiye kadar yaptığı araştırmalara ait belgeleri, program ve yazılımları burada saklıyor olmalıydı.
Sistem yine kendi kendini yönlendirerek bu dosyalar üzerinde gezinmeye başladı ve aralarından bir tanesini seçerek ekranınortasına taşıdı. Seçtiği dosyanın isim bölümünde büyük harflerle şöyle yazıyordu:
''SAKLANANLAR''
Sanal imleç, bu kez de ekranın ortasına getirdiği bu dosyayı tıkladı. Tıklamayla birlikte zemindeki şekilden yükselen ve bilgisayar ekranını oluşturan ışık demetlerinin renkleri ve titreşimleri de değişmeye başladı. Yeni oluşumun ne olacağını merak içinde bekliyorduk ki, iki kişinin holografik görüntüsü belirginleşti. Hem de bizim çok yakın olduğumuz iki kişiydi; yani annem ve babam...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...