"Carol! Kendine gel!" dedi Aden bağırarak.
Aden'in uyarısıyla hemen kendime geldim. Olanlar çok üzücüydü; ama savaş daha bitmemişti. Hatta yeni başlamıştı. Ve biz şu anda kaybeden taraftık. Dört arkadaşımızı hiç beklenmedik bir biçimde kaybetmiştik. Alcander ve Coridan'ın çatalda bekliyor olması, bir tesadüf müydü? Yoksa Borrowski'nin söylediği gibi gerçekten bir tuzak mıydı?
Peki, Forneus neden hala ortaya çıkmamıştı? Borrowski'nin öldürülmesine kayıtsız kalacak kadar duygusuz olabilir miydi?
Ya diğerleri neden hiç görünmemişti? Bu kadar ustalıkla saklanmış olmaları mümkün müydü? Kısaca, cevap bekleyen bir sürü soru vardı. Ve her şeyden önemlisi, burnumuzu gösterir göstermez bizi parçalara ayırmak için sabırsızlıkla bekleyen şu iki katilden nasıl kurtulacaktık?
"Sabaha kadar bu şekilde beklemeyi düşünmüyorsunuz herhalde." dedi Alcander, yine o sadist sırıtışını sergileyerek. "Sizi bu durumdan kim kurtaracak doğrusu çok merak ediyorum."
"Ben!"dedi ağaçlıklardan çıkan silüet. Ses çok tanıdıktı ve hızla iki acımasız savaşçının üzerine doğru ilerliyordu. Alcander ve Coridan birdenbire geriye döndü. Aynı anda siluetin kimliği de ortaya çıkmıştı.
"Baba!.." diye bağırdı Keira heyecanla.
Gözlerimize inanamıyorduk, şaşkınlık ve sevinç içinde birbirimize baktık. Babam yaşıyordu ve bizimle beraberdi! Zaten ölmüş olduklarına hiçbir zaman inanmak istememiştim. İşin ironik tarafı, onları kurtarmak için buralara kadar gelmiştik, oysa şimdi o bizi kurtarıyordu.
"Yerinizden çıkmayın!" diye bağırdı babam. Bir yandan koşarken diğer yandan Alcander ve Coridan'a ayrı ayrı iki manyetik dalga topu göndermişti. İkisi de karşılık veremeden ve kaçamadan isabet aldılar ve birkaç metre uzağa düştüler. Fakat o kadar güçlülerdi ki, bu hamle onları yalnızca sersemletmişti. Yine de, bu bizim için yeterliydi. Artık planımızı uygulamaya başlayabilirdik.
"Sağol baba!" dedim, ona gülümseyerek.
Aden ve Keira da benim gibi şartların uygun olduğunu anlamış olmalıydı ki,ikisi birden kılıçlarını çekerek yerlerinden fırladılar. Bu arada Alcander ve Coridan da düştükleri yerden doğrularak ayağa kalkmışlardı. Manyetik silah için yeterli uzaklık olmadığını anlayınca onlar da kılıçlarını çekti. Geceyi, hızla birbirine çarpan çeliklerin çıkardığı sesler kaplamıştı.
"Ben diğerlerine bakmayagidiyorum!" dedim bağırarak ve hemen kayalık bölgeye doğru koşmayabaşladım. Aden, Keira ve Ariel'in onlarla rahatça baş edebileceğini biliyordum.
Kayalıklara yaklaşınca yavaşladım; çünkü içimde kötü bir his vardı. Temkinli bir şekilde ilerlemeye devam ettim. Kısa ve uzun gövdeli ağaçlar, arkasındaki kayalık bölgeyi ustalıkla gizliyordu. Bu bölge sanki başka bir dünyaya açılıyordu ve tahmin ettiğimden çok daha genişti.
Daha fazla ilerlemeden önce, bizimkileri kontrol etme ihtiyacı hissetmiştim. Arkaya dönüp bir kez daha baktım. Aden ve Keira, Alcander ve Coridan'la kıyasıya bir kılıç dövüşü yapıyordu. Ariel ise duruma göre ikisine de destek olmak için çabalıyordu. Biraz daha geride ise, Borrowski'nin cansız bedeni yerde yatıyordu. Onu o halde görünce sanki boğazıma bir şeyler düğümlendi ve nefes alamadığımı hissettim. Fakat güçlü olmalı ve kendimi toparlamalıydım.
Babam: "Carol, beni bekle!" diye bağırdı uzaktan.
Bizimkilerin kontrolü ele aldığını ve kendisine ihtiyaçları olmadığını görünce, orada bulunmanın gereksiz olduğunu düşünmüş olmalıydı ki, koşarak yanıma geldi. Gelir gelmez anında boynuna sarıldım. Bir yandan da hıçkırarak ağlıyordum. Olayların etkisiyle son zamanlarda oldukça sulugözlü olmuştum. Güçlükle konuşmaya çalıştım.
"Babacığım, seni çok özledim." dedim burnumu çekerek. "Annem nerede?''
"Ben de sizi çok özledim Carol." diye cevap verdi babam. Kaçamak bakışlarından annemle ilgili bir problem olduğunu hissetmiştim. Konuyu değiştirmeye çalıştı: "Arkadaşların burada mı saklanıyorlar?"
"Baba, annem nerede?" diye sordum biraz daha sert bir ses tonuyla.
Babam kafasını öne eğdi. "Çok üzgünüm kızım..." diye cevap verdi. Sesi fısıltıyla konuşuyormuş gibi çıkmıştı. "Sizin kurtulabilmeniz için ne yazık ki kendisini feda etti."
"Ne?!.." dedim, daha yüksek sesle hıçkırarak. "Bu doğru olamaz."
Babam gözlerime baktı ve tekrarladı: "Çok üzgünüm Carol..."
Aynı anda beni kendisine doğru çekerek başımı göğsüne yasladı.Küçük bir çocukken yaptığı gibi, bir yandan saçlarımı okşuyor, bir yandan da beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ve bu yöntem her zaman işe yarardı.
"Dinle Carol, biliyorsun o her zaman sizin güçlü olmanızı isterdi. Kendini bir an önce toparlaman gerek." dedi babam.
Bir süre suskun bir şekilde kaldıktan sonra:
"Nasıl oldu?" diye sordum yaşlı gözlerle.
"Hücreden kaçıp sizi kurtarabilmem için bütün enerjisini bana verdi."
Bir an duraksadım. Bu sahne benim laboratuvarda gördüğüm rüyaya benziyordu.
"Bu hücre, camdan mı yapılmıştı?"
"Evet." diye cevap verdi babam.
"Annem sana enerjisini verdikten sonra hücreyi parçaladın,arkasından da Damian ve Alexander'ı öldürdün."
"Evet, ama bütün bunları sen nereden biliyorsun?" dedi babam şaşkınlıkla.
"Annem... Farkında olmadan bir şekilde benimle bir şekilde benimle bağlantı kurdu sanırım. Rüya gördüğümü sanıyordum, keşke öyle olsaydı..."
O sırada, vahşi hayvan çığlığını andıran bir ses gecenin içinde yankılandı. Alcander'in sesiydi bu. Bir eliyle boynunun yan tarafını tutuyordu ve bağırdıkça şah damarından basınçla çıkan kan, parmaklarının arasından dışarıya fışkırıyordu. Aden kılıcını tam da onun şah damarının üzerine saplamıştı. Bu yaradan kurtulması kesinlikle imkansızdı. Zaten öyle de oldu, Alcander şuursuz bir şekilde ve acı içinde oradan oraya kendini savurarak dolaştı. Kısa bir süre sonra da ağır bedeni bir çuval gibi yere düştü.
Dikkati dağılan Coridan'ı da, aynı son bekliyordu. Onun bir anlık dalgınlığını Keira affetmedi ve kılıcını bütün kuvvetiyle savurdu. Boyu ona göre daha kısa olduğu için kılıç, Coridan'ın karın boşluğuna denk geldi ve boydan boya yardı. Coridan, ilk anda karnının kesildiğini fark etmemişti ve kılıcını savurmaya devam ediyordu. Ancak bir iki adım attıktan sonra göbeğinden aşağıya doğru sarkan iç organlarını görünce durumun farkına vardı. Tek eliyle onları tutmaya, hatta tekrar içeriye sokmaya çalıştı. Bu yeterli gelmeyince kılıcını bırakarak diğer elini de kullanmaya çalıştı. Bütün önceliği değişmişti, artık savaşmak onun için ikinci plandaydı.O da Alcander gibi ortalıkta bir iki tur attıktan sonra, önce dizlerinin üzerine çöktü, arkasından yana devrildi. Artık bu iki Lapith'in bize hiçbir şekilde zarar vermesi mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...