Derin bir nefes alarak döngünün başa gelmesini beklemeye başladım. Ve evet, yirmi dördüncü canavar çıktı ve yerine girdi. Aynı anda hızla ileriye atıldım. Birinci daha kafasını yeni göstermişti ki tokmağı olanca gücümle kafasına indirdim. Sanki bir balkabağına vurmuşum gibi ortalığa canavarın sarı renkli parçaları yayıldı ve tabii bol miktarda sarı tüy… Sonra üçüncü, arkasından yedinci ve onuncu.
Dördüncü sıraya geldiğimde, on dördüncü turkuaz canavar fırladı, tam kafasına tokmağı indirecekken on yedinci kırmızı da belirdi. Şu ana kadar sadece tokmakla idare etmiştim ama canavarların çıkışı hızlandığına göre artık kılıcımı da kullanmam gerekecekti, ilk talihli de kırmızı tüy yumağıydı. Tokmakla turkuazı patlattım ve aynı anda kılıcımı havaya kaldırdım. Kırmızı tam ağzını açıp bana doğru hamle yapmıştı ki elimdeki kılıcı gördü. Korku ve şaşkınlıkla, zaten kocaman olan gözlerini pörtleterek bir kat daha açtı. Artık onun için her şey bitmişti ve bunu o da anlamıştı.
Kılıcımı indirdiğimde kırmızı, tam ortadan ikiye bölündü ve her parçada bir tane kocaman pörtlek göz, son saniyedeki umutsuzluk ve çaresizlik ifadesiyle birlikte öylece kalakalmıştı.
Son sıradaki son canavara kadar ustalıkla ilerledim. Birbiriyle çok alakalı olmayan iki silahı, yani tokmak ve kılıcı büyük bir ahenkle kullanmıştım. Bir an kendimi iki kılıçla dövüşen ninjalar gibi hayal ettim. Tokmak konsantrasyonumu biraz bozuyordu ama olsundu. Böyle kaba bir aletle ancak bu kadar mükemmel bir iş çıkartılabilirdi.
Son canavar beyaz olandı. Sanki diğerlerinden daha büyük ve daha gösterişli gibi gelmişti bana. Ben de onu şanına yaraşır bir şekilde yok etmeliydim, yani tokmakla…
Tokmağı kaldırıp beyazın kafasına indirdiğimde, diğerlerinden farklı olduğuna kesinlikle emin oldum. Çünkü bu yaratık diğerleri gibi parçalanmadı, tokmağın temasıyla beraber kendi renginden daha yoğun beyazlıkta bir sis bulutu yaymaya başladı. Birkaç saniye içinde sis nedeniyle hiçbir şey göremez hale gelmiştim. Sis bulutunun dağılmasını umarak beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.
Neyse ki fazla beklememe gerek kalmamıştı, sis dağılıyordu.
Görüş alanım tamamen açıldığında, birdenbire panik oldum. Beyaz tüy yumağı öylece karşımda durmuş bana bakıyordu. Demek ki tokmak ona bir numara küçük gelmişti. Refleks ile kılıcımı havaya kaldırdım. Aynı anda o da elini öne uzatarak durmamı işaret eder gibi işaret yaptı. Şaşırarak dediğini yaptım ve kılıcımı usulca yere indirdim. Sakinleştiğimi anlayınca gözlerini kısıp gülümseyerek elini başına götürüp ovuşturdu, anlaşılan tokmak canını epeyce acıtmıştı ve bunu esprili bir biçimde anlatmaya çalışıyordu.
Daha sonra sağa doğru döndü. Eliyle beni arkasındaki boşluğa doğru davet edermiş gibi bir reverans yaptı ve birdenbire kraterin içine girerek gözden kayboldu.
Bana gösterdiği alandaki sis tam olarak dağılmamıştı, ne olduğunu tam olarak seçemiyordum.
Sis ortadan kalktığında, beyaz tüy yumağının ne demek istediğini anlamıştım. Melanie oradaydı ve beni görür görmez de çılgın gibi bağırmaya başladı:
"Carol, buradayım! Lütfen beni kurtar!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...