Yaz tatilinin bittiği ve okulun başladığı günlerden biriydi. Evimizde, diğer bütün öğrenci bulunan evlerde de klasik olarak yaşanan ''Okulun İlk Günü'' koşuşturmacalarının başlamasına yalnızca dakikalar kalmıştı.
Ailemle birlikte yaşadığımız bu büyük evde, -sanki oda sıkıntısı varmış gibi- ikiz kardeşimle aynı odayı paylaşıyorduk. Buna karşılık Aden, bizden sadece bir yaş büyük olmasına rağmen çatı katında, yani evin en gösterişli bölümünde tek başına kalıyordu. Bu katta büyükçe bir salon, iki oda ve jakuzisi olan bir banyo bulunuyordu.
Küçük kız kardeşime gelince, ona da yalnızca kendisine ait olan büyük ve banyolu bir oda verilmişti. Aden kadar olmasa bile, bu konuda Keira da şanslı sayılırdı.
Çalar saatlerin bitmek bilmeyen iğrenç gürültüleriyle gün başlamıştı. Tam bir kabus gibi, her odadan ayrı bir alarm sesi yükseliyordu ve birkaç dakika içerisinde bizim katta herkes oradan oraya koşuşturmaya başlamıştı. Çatının Kralı'nda henüz hiçbir hareket belirtisi yoktu.
Panik içerisinde zamana karşı vermiş olduğum mücadele sonunda meyvesini vermişti. Çantamı vestiyere koyup mutfağa doğru ilerlerken kral, merdivenlerin başında göründü ve inanılmaz çekici gülümsemesiyle başını hafifçe sallayarak hepimizi selamladı. Arada sırada ona "Kral" diye takılmamı oldukça ciddiye almış olmalıydı ki gerçekten de bizi halkı ya da hizmetkarları gibi görmeye başlamıştı. Çok fazla umursamadan Ariel'la birlikte doğruca mutfağa girerek yemek masasına oturduk. Bizden hemen sonra Aden da merdivenlerden hızlıca indi ve mutfağa gelerek masadaki yerini aldı ve "Keira nerede kızlar?" diye sordu hemen.
"Sana da günaydın." dedim sinirli bir şekilde. Tam cevap vermeye hazırlanıyordum ki, Keira bütün şirinliği ile kapıda belirdi. Aden birdenbire yerinden ok gibi fırlayarak yanına gitti, ellerini tutup dudaklarına götürerek bir öpücük kondurdu ve "Kraliçem, sizi görmek ne büyük bir mutluluk." diyerek nazikçe sandalyesine kadar eşlik etti.
Keira bu yıl okula bizimle beraber, yani 11. sınıfa devam edecekti. Üstün zekalı olduğu için 8. sınıf sonunda sınıf atlatma sınavına tabi tutulmuş ve bizimle aynı sınıfta olabilmesine yetecek kadar soru cevaplamıştı. Aldığı yüksek puan sonucunda annem ve babam, okul idaresiyle konuşarak onu bizim sınıfa aldırmışlardı. Aden'ın, Keira'ya bu kadar yağcılık yapma nedeni de buydu zaten. Nihayet ödevlerini yaptıracak birisini bulmuştu...
Kahvaltılarımız bitmek üzereyken babam da mutfak kapısında göründü. Aden'ın büyüleyici yakışıklılığını nereden aldığı babama bakınca rahatlıkla anlaşılıyordu. Aynı saçlar, aynı boy, aynı gülümseme... Hatta Aden bir-iki santimetre daha uzundu. Yan yana geldiklerinde aralarındaki yaş farkı bile neredeyse fark edilmiyordu. Aralarındaki en belirgin fark gözlerdeydi. Babamın gecenin karanlığı gibi siyah gözleri vardı. Aden'ınkiler ise zümrüt yeşiliydi.
"Günaydın." dedi gülümseyerek babam. "Çok heyecanlı ve mutlu gördüm sizleri. Okulu bu kadar seven çocuklarımın olması gerçekten gurur verici."
Hep birlikte "Tabii tabii." diyerek cevapladık kızgın bakışlarla. Artık yavaş yavaş yola koyulma vakti gelmişti. Tam da anneme yakalanmadan çıkabilir miyiz acaba diye aklımdan geçiriyordum ki, koşturarak aşağı indi. "Yakalandık!" dedim Ariel'a fısıltıyla. Bütün gece nöbet tutmuş gibi bir hali olsa da, buna rağmen çok genç ve çok güzel görünüyordu. Düzgün fiziği, sarı kıvırcık saçları ile son derece alımlıydı.
"Hazırladığım şurupları içmeden gitmeyi düşünmüyorsunuz, öyle değil mi?" dedi bütün şirinliğiyle.
Çaresizce mutfağa dönüp hazırladığı karışımı burnumuzu tıkayarak nefes almadan bir dikişte içtik. Ayrıca hepimiz için sandviç de hazırlamıştı ve hiç itirazsız onları da alıp çantalarımıza koyduk.
Annem, yani Flora Burdon... Doğal beslenmeyle kafayı bozmuş bir bilim kadınıydı. Zamanının çoğunu laboratuvar olarak kullandığı botanik bahçesinde geçiriyordu. Yetiştirdiği her yeni ürünü önce bizim üzerimizde deniyordu. Et yememiz hücre yapımıza zarar verdiği için yasaktı. Yani mecburen ve sürekli bitki ile besleniyorduk. Korkarım bu gidişle derilerimiz çok yakında yeşile dönüşecekti.
Babam ise çok yaratıcı bir mühendisti. Yaşadığımız ev tamamıyla onun eseriydi. Beş metre derinliğinde devasa bir havuzla çevrelenmiş durumdaydı. Bu bir güvenlik önlemiydi ve bunun dışında daha birçok güvenlik önlemi bulunuyordu. Isı, ses ve aydınlatma sistemleri birer teknoloji harikasıydı ve babam bütün bu sistemleri atölyesinde tasarlıyordu. Burası atölyeden çok bir teknoloji üssünü andırıyordu. Bazen günlerce oraya kapanırdı ve onu göremezdik. Çünkü o kata inmemiz kesinlikle yasaklanmıştı.
Evet, annem bitkilerini, babam da icatlarını bizden daha fazla seviyor gibi görünse de, kabul etmek gerekirse onlar sahip olunabilecek en güzel aileydi. Çok tuhaf ve sıra dışı olsalar da ailemi kesinlikle çok seviyordum.
"Çocuklar okula geç kalacaksınız, acele edin!"
Babamın uyarısıyla hepimiz hareketlendik ve telaşla kendimizi dışarıya attık. Babam duvardaki gizli bölmeyi açıp elektronik panele şifreyi girince havuzu geçmemizi sağlayan platform suyun içinden yükselerek ayaklarımızın dibine kadar geldi. Köprüden ilerlemeye başlamıştık ki aynı anda babam Hercules'e telsizden seslendi:
"Çocuklar geliyor, onları okula bırak, dersleri bitene kadar da orada bekle."
Hercules bizim korumamızdı. Küçükken yüz doksan santimetrelik boyu ve iri cüssesinden dolayı ona Hercules adını takmıştık. Gerçek adını hiç merak edip sormamıştık, o da söylememişti. Kendisi bile unutmuştu büyük ihtimalle. Onu çok seviyorduk. Tek kusuru nadiren konuşmasıydı. Ama bu bizim için hiçbir zaman sorun olmamıştı. Çünkü biz onun yerine de fazlasıyla konuşuyorduk.
Hepimizin Jeep'ten içeri girip oturduğumuzdan emin olduktan sonra -ki bu konuda yaptığımız şakalar nedeniyle bize hiç güvenmiyordu- o da koltuğuna oturdu. Keira her zaman olduğu gibi "Günaydın Hercules." diyerek boynuna sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu.
Hercules'in yapmak istemediği, ya da zoraki yaptığı tek şey konuşmaktı. Onun dışında arı gibi çalışkandı ve öncelikli görevleri bizimle ilgili işlerdi. Korumalığımızı yapar, okula ya da gideceğimiz yerlere götürür, dövüş teknikleri konusunda bize ders verir, altından kalkamadığımız her konuda bize yardımcı olurdu.
Alışverişten ve teknik sistemlerinin düzenli çalışmasından da o sorumluydu. Ayrıca annem ve babam da kendi çalışmaları ile ilgili arada sırada ona görevler veriyordu.
Bunca yorucu işe rağmen bir kere bile olsun onun şikayet ettiğini duymamıştık. Çünkü o, kendisini bizim ailemizden biri olarak görüyordu. Tabii biz de onu...
Okulun kapısına geldiğimizde Hercules arabayı durdurdu ve "Sizi burada bekliyor olacağım." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...