Bugün yataktan kalkmamak için direniyordum. Uykum olmaması rağmen bir o tarafa, bir bu tarafa dönüyordum. Milyon tane böcek sanki beynimi ele geçirmiş gözlerimin açılmasını engelliyordu. Yatakta debelenmem Nur'u rahatsız etmiş olacak ki ayağa kalktı ve perdeyi çekti. Güneş ışınları gözüme yansıdıkça gözlerimi daha sıkı kapadım. Nur çalışma masasına otururken söylenmeyi ihmal etmedi.
"Kalk artık! Uykunda yok. Okula gitmek zorundasın!"
Yorganı kafama çekip duymamazlıktan gelecektim ki bu kez de patates kızartması kokusu burnuma buram buram geliyordu. Midem açlıktan kasılmış, doyurmam için sinyal veriyorken Hilal odanın kapısını açtı. Üstündeki mutfak önlüğü ve elindeki çatallarla odamıza girdi.
"Kızlar kalkın artık. Kahvaltı yapalım. Melike bugün senin okulun yok mu?"
"Ya mümkünse dersim olduğunu hatırlatmayın bana. Sizin neden dersiniz yokta benim var!" dediğim sırada "Kızım ortalamanı düşürmek istemiyorsan kalk hazırlan." dedi.
Örtüyü üzerimden atıp doğruldum nihayet. Nur'un bakışları Hilal'in sözlerini doğrularken yataktan çıktım. Oflayarak elimi yüzümü yıkayıp oturma odasına gittim. Tahta masaya kurulu sofra ve açık televizyon huzuru çağrıştırıyordu sanki. Üç kişi yaşamamıza rağmen masanın etrafında her zaman beş sandalye vardır. Diğer arkadaşlarımız apartta kalsa da bu ev onların ikinci uğrak yeriydi. Haftada mutlaka iki ya da üç gün burada kalırlardı. Hatta koltukların altlarında yedek çarşaf ve yastıkları bulunurdu. Birbirimize sıkıca bağlandığımız aile bağını sürekli hissetmek, bu evi daha da özel kılıyordu.Televizyonun kumandasını elime alıp şarkı kanallarından herhangi birine bastım ve pencere tarafındaki sandalyeye oturdum. Masanın üzerinde bulunan mor vazonun içindeki pembe renkli sahte gülleri okşadıktan sonra Hilal ve Nur'un gelmesiyle mükemmel bir kahvaltı -ya da öğle yemeği demem daha iyi olacak-- yaptık. Sıra okula gitmeye geldi. Saat beşte başlayacak dersim için uzun bir sürem vardı aslında. Acele etmeden özenli bir şekilde hazırlandım. Üzerime kahverengi yağmurluğumu giyinip, sırt çantamı taktım. Ayna da son bir kez bakınca kendime krem renkli pantolumundan emin olmasam da fena da durmuyordu. En azından bugün hava biraz daha sıcak görünüyordu sonbahara karşın. Daha fazla sızlanmadan çıktım evden. Arkamda kızların duasıyla kendimi savaşa gidiyormuş gibi hissetsemde aslında abartmamam gereken bir durumdu. Biliyordum.. Ve bir şey itiraf etmeliydim ki, her ne kadar mızmızlansam da bir o kadar gitmek istiyordum.
Sınıfa girdiğimde kimseye bakmadan yine aynı yerime oturdum. Burası sanki benim için yapılmıştı.
Pencerede ki huzur, önümdeki heyecan..
Çantamı ve yağmurluğumu her zamanki gibi sıranın ucuna doğru koydum. Elimi çeneme dayayarak o anı tekrar oluşturdum zihnimde. Yüzünü hatırladığım o çocuk. Usul usul kabarmaya başladı yüreğim. Ve içeri girdiler. O iki çocukla beraber benim olduğum sıraya doğru yaklaştılar. Çantamdan not defterimi çıkartıp masamın üzerine koydum. Yanında ki çocukların görünüşlerini not almak hatırlamamı kolaylaştırabilirdi. Elime aldığım kalem ile derin bir nefes aldım. Sarı kıvırcık saçlı çocuk oturduğum amfinin başına dikilmiş elini bana doğru uzattı. Tatlı bir gülümsemeyle "Selam! Ben Furkan Soylu." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİNDİBA
Teen FictionÜniversitede İşletme bölümü okuyan son sınıf öğrencisi Melike, iki kız arkadaşı Nur ve Hilal ile beraber aynı evde kalmaktadır. Aynı zamanda sınıflarından grubuna dahil olan iki kız arkadaşları daha vardır. Bunlar Sena ve Cemredir. Beş kişilik arkad...