40. Bölüm "GEZİ"

31 3 0
                                    


Pazar günü sabahın yedisinde alarm çalarken, uykunun o en tatlı anında gitmekten vazgeçip alarmı kapattım. Gözlerimi sadece birkaç saniye kapattığımda aklıma gelen yüzü, gitmem için en büyük sebepti. Hala kalbim sarıldığı o anın etkisinde kalmış küt küt atıyordu. Kokusu buram buram büyülerken düşlerimi yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçaladıktan sonra geceden ütülediğim kıyafetlerimi giyindim. Şişmiş gözlerime makyaj yapmak zorlasada bugün yapmak istedim. Siyah eşofmanımın üzerine uzun beyaz sweatshirtüm, yeşil şalım ve bunlara uygun spor ayakkabımlarımla hazırdım. Kızlarla bir gün önceden hazırladığımız siyah sırt çantamı alarak onları uyandırmadan yavaş adımlarla dış kapıya kadar geldim. Vizon renkli şişme montumun fermuarını çekerken fazla hassas davrandım. Tam kapıyı açacağım sırada Hilal yarı açık gözlerle "Her şeyi aldın değil mi? Dikkatli ol! Bişey olursa ara mutlaka. Gerçi olmasada ara. Merakta bırakma bizi." dedi. Gülümseyerek kafamı salladım.

"Tamam kanka, uyu sen. Görüşürüz akşam."

Otobüsü bekleyeceğimiz yere vardım. Neredeyse herkes gelmişti. Çocukları ayırt etmeye çalışırken Furkan'ın elini sallamasıyla yanlarına gittim. 'Günaydın' la başladı ayak üstü muhabbetimiz. Furkan da benim gibi gezmeyi sevenlerdendi. Uyumadığı her halinden belliydi. Ali ise her zaman ki ifadesiyle olayı normalleştiriyordu. Oğuz hocanın gelmesiyle otobüse binmeye başladık. Furkan merdivenle kaldırım arasında "Hocam Samet gelmiyor mu?" diye sordu. "Bilmiyorum bir şey söylemedi ama.. Bekleyelim biraz." diyerek elindeki listeden yoklamayı aldı. Furkan boynuna astığı büyük beyaz kulaklığını takarak Ali'nin yanına, yani yan tarafımdaki koltuğa oturdu. Pencereden dışarıya bakıp bakıp durdum. Samet'in gelmesini öyle çok istiyordum ki dua ettim. On dakika daha bekletikten sonra gitmeye karar verdi Oğuz hoca. Hevesim öylesine kırıldı ki neredeyse ağlamak üzereydim. Niye bu kadar çok istiyordum onu? Melike kendine gel. Otobüs hareket ettiği sırada birden durdu. Kapı açıldığında Samet nefes nesefe merdivenleri çıkıyordu. O mutsuz ifademin yerini bir anda kocaman bir gülümseme aldı.. Özür dileyerek boş koltuk aramaya başladı.. Yanımdaki koltuğun boş olduğunu görünce bana doğru geldi ve  "Çantanı al. Ben oturacağım." dedi. Soğuk ve kasılmış ifadesi ürkütsede oralı olmadım ve hızlıca çantamı kucakladım. İkimizde kasılarak oturduğumuzun farkındaydık. Kulaklığımı takıp bu durumu kısmen de olsa kurtardım sayılır. Yemyeşil doğanın eşliğinde kendimi farklı bir hayal dünyasının içinde buldum. Sessiz sedasız geçirdiğimiz bir saatin sonunda Gölcük'e vardık. Kart postaldaki gibi görüntüsüyle bizi kendine hayran bırakmıştı. Ağaçlarla çevrili yapısıyla göğün buluştuğu o anı resimlemiş gibiydi göl. Biraz yürüdükten sonra ağaçların arasından yukarıya doğru kendimize uygun bir yer bulduk. Tahta masaları birleştirerek yirmi kişilik grubumuzu bir araya topladık. Oğuz hocanın talimatıyla gezi programımız başladı.

"Kahvaltıyla başlıyoruz arkadaşlar. İki saat boşluğunuzda Gölcüğü gezip fotoğraf çekimlerinizi tamamlayın. Daha sonra yapacağınız etkinlikleri söyleyeceğim."

Sandviç ve çayla güne bu güzel ortamda başlamak hepimize enerji yüklemişti. Kahvaltısını bitirenler aramızdan ayrılıyordu. Şuan masada sadece üç kişi kaldık ki onları da tanımıyordum. Olabildiğince olduğumuz yerden ayrılmamaya çalışıyordum. Kalabalık bir ortama girmek zor olacağından yalnız kalmayı tercih ettim. Uzaktan insanları izleyemeye başladım. Defalarca fotoğraf çekinip yine de beğenmeyen kızları, gölü defalarca turlamalarına rağmen yorulmayan çiftleri, montunu giymek istemediği halde annesinin ısrarına mahrum kalan çocuğu..

Çayımı yavaş yavaş yudumlarken biri yanıma geldi. Ceketinden ayırt ettiğim kadarıyla Ali olmalıydı.

"Sen fotoğraf çektirmeyecek misin?"

HİNDİBA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin