Yolculuk boyunca değişen zamanın içinde kurduğum hayaller yol arkadaşım oldu. Ne bir kitap ne de bir arkadaş vardı yanımda... Kendimle başbaşa kalabildiğim kendime sırdaş olduğum en özel andı benim için.. Son senenin vermiş olduğu buruk bir mezuniyet heyecanı vardı üzerimde. Nasıl geçtiğini anlayamadığım koskoca dört yılın son evresindeydim. Ağlayarak geldiğim bu şehire ağlayarak veda edecektim belkide. Gözlerimin önünden geçen film şeridine şöyle bir göz geçirdim. Annem, babam ve bana dört yıldır eşlik eden mor valizimle sonbaharın gelişini kutlayan ağaçlar eşliğinde bu şehre ilk kez gelmiştik. Yüksek binalardan ve kalabalık insan topluluğundan sonra böylesine küçük bir şehir ilaç gibi gelmişti. Etrafın büyüsüne kaptırırken kendimi, varmak istediğimiz yere geldiğimizi annemin kolumdan çekmesiyle anlamıştım. Başımı annemin beni çektiği yere bakmak için kaldırdığımda beş katlı, duvarları pembe, cam kenarları beyaz boya ile kaplanmış binanın tam orta yerine kocaman "BULUT KIZ ÖĞRENCİ YURDU" yazılı tabelası ile karşı karşıya kaldım. Kalbim yeni başlangıç yapacağım için duyduğum heyecandan mı yoksa ailemden ayrılacağım için çektiğim ızdıraptan mı bilmiyorum hızlı atmaya başlamıştı. İçeriye girdiğimizde birçok yeni öğrenci ve onları kayıt yaptırmak için gelen aileleri vardı. içimde oluşan yalnızlık duygusunun burada bulunan diğer öğrencilerle birlikte azalacağına dair umut etmiştim. Bu yoğunluk arasında uzunca bir sürede olsa sonunda kayıt işlerini yapmış, kalacağım odaya bakmak için asansöre binmiştik. Odam binanın en üstü katında koridorun sonunda dört kişilik çokta büyük olmayan sade bir döşemeye sahipti. Yeni oda arkadaşlarıma selam bile vermeden valizimi ranzanın kenarına doğru sürdüm. Yüzüm asık oldğundan konuşmak istemiyordum ki annem de benimle aynı fikirde sadece kapıdan selam vermişti. Artık günün sonunda karnımızı doyurmak üzere merkeze doğru sessizce yürümüştük. Sıra sıra dizili lokantalar ve aralarına karışan kafeler öğrencilerin varlığını çoktan hissettirmişti küçük şehire. Gözlerimle gittiğimiz her yeri kaydeder gibi bakıyor ve tek başıma kaldığımda unutmamak adına inceliyordum. Yine de kaybolmak pekte mümkün değildi. Hangi yola girsek sonu yine aynı yere yani burdaki insanlarında dediği gibi mecburiyet caddesine çıkıyordu. Sonunda zar zor karar verdiğimiz iki katlı lokantada yemeğimizi yiyebilmiştik.Sıra veda vaktinde...
Onlara hissettirmemek için öyle sıkmıştım ki kendimi ağlamamak için savaş vermişti gözlerim. Otobüs biletlerini almak üzere yazıhaneye varmıştık. Tam yirmi dakika sonra servis gelecekti ve saat altıyı on iki geçiyordu. Neden bu kadar net hatırladığımı bilmiyorum ama galiba hayatımın en büyük vedalaşması olacağı için beynim her dakikasını kaydetmişti. Dolan gözlerim o yirmi dakikaya daha fazla dayanamadan süzülmeye başlamıştı. Babam beni ağlar halde görür görmez yanaklarımdan öpüp sımsıkı sarılmıştı. Ben ilk kez babamın ağladığını o gün görmüştüm ve öyle dokunmuştu ki kalbime bir an onlarla geri dönmeyi düşünmüştüm. Fakat dedim ki kendi kendime "Melike büyüdün sen. Pes etme sakın. Eğer pişman olmak istemiyorsan elinden gelenin en iyisini yap. Ve onları güldürmek istiyorsan şimdi katlanmalısın ağlamaya." Böyle teselli bulmuştu o gün kalbim ve alışmaya çalışmakla geçirmiştim o ilk yılımı. Sonunda ağlamakla geçen günlerim Allah'ın izniyle şu günlerde gülerek geçiyordu. Mutlu olduğum o kadar çok anı birikti ki bu küçük şehire daha ne yaşayabilirim diye düşünmeden de edemiyordum kendimi. Ama yaşadığım onca güzelliklerin yanında yaşamadığım eksik bir şey var gibiydi..
Çözmem gereken bir sır vardı sanki...
Tatmayı beklediğim duygular ya da..
Çözülmemiş problem..
Yarım kalan hikaye..
Ve beni bekleyen şehir sararmış yapraklarla karşıladı. İki saatlik yolculuğun ardından bu küçük şehire yani Bolu' ya vardık. Valizimi aldıktan sonra otogarın kapısının açılmasıyla içeri girer girmez gözüm Nur 'u aradı. Etrafımdaki kalabalığın içerisini kolacan ederken arkamdan sarılmasıyla irkildim. Bedenimi kavrayan ellerini tutarak yüzüne doğru döndüğümde o mavi gözlerindeki sıcaklığı özlediğimi daha çok anladım. Sadece 3 ay ayrı kalmıştık ama bize sorsanız bir yıl gibiydi. Tatil boyunca her gün günde yaklaşık iki saat konuşmuşta olsak yüzyüze edilen sohbetin yerini tutmazdı elbette. Belki aynı şeyleri tekrar tekrar konuşacaktık ama bu bizim için pekte önemli değildi. Ne de olsa ses yalnızca işitme duyumuza etki ederken gözler tüm bedenimizde hissetmemize ve o heyecanı bizzat yaşamamıza vesile olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİNDİBA
Novela JuvenilÜniversitede İşletme bölümü okuyan son sınıf öğrencisi Melike, iki kız arkadaşı Nur ve Hilal ile beraber aynı evde kalmaktadır. Aynı zamanda sınıflarından grubuna dahil olan iki kız arkadaşları daha vardır. Bunlar Sena ve Cemredir. Beş kişilik arkad...