34.Bölüm🩸Güzel Kadeh🩸

15 2 3
                                    

Şarkı: Alan Walker, Sabrina Carpenter & Farruko - On My Way
_________________________
Kendimi yorgun bir şekilde koltuğa attım. Ama kolumu koltuğa çarptığım için yerimde rahatsız bir şekilde kıvranarak yüzümü ekşittim. Evimi özlemiştim. "Evimizin kokusunu özlemişim bee!" dedim.

Derin, "Vallah bende özlemişim," dedi, montunu çıkarıp askılığa asarken. Bir süre öylece oturduktan sonra çantamı alıp yukarıya odama çıktım. Hava kararmıştı. Duşa girip üzerimdeki yorgunluğu azaltmak istiyordum. Ama bu kolumla birazcık imkansızdı. "Koluma poşet geçiririm," diye kendi kendime konuştum. Düz siyah pijamamı ve gerekli kıyafetleri alıp aşağıya indim. "Derin, ben duşa gireceğim," dedim. Ondan cevap beklerken mutfağa gidip bir poşet alıp lavaboya doğru ilerledim.

"Kolunla duşa giremezsin," dedi, şöminenin üzerinde parmağını gezdirip ne kadar tozlandığına bakarak.

"Poşet bağlayacağım koluma," dedikten sonra içeri girdim ve kapıyı arkamdan kilitledim. Üzerimi çıkarıp poşeti dikkatlice sarılı olan kolumdan geçirip düğümledim. Sonrada küvetin içini sıcacık suyla doldurdum ve küvete girdim. Şuan burada aklımdan geçen herşeyi düşünecektim. Çıkarkende hiçbir şeyi yanıma almıyacaktım.

Okulun ilk haftasını beklenmedik bir olayla kapatmıştım. Bilinmeyen bir kişi, nedenini bilmediğim bir nedenden dolayı beni bıçaklamıştı. Polisler ise hala olayı araştırıyorlardı. Beni sorgulamışlardı. Beni sevip sevmeyen birinin olup olmadığını, o kişinin özelliklerini sormuşlardı. Beni bıçaklayan kişinin cinsiyetini bile bilmiyordum. Etrafımda bunu yapacak bir insan da yoktu. Üstelik Taylor'da ortalıklarda yoktu. Neden bir anda çekip gitmişti? Eğer beni gerçekten sevseydi bu zor günlerimde yanımda olurdu. Kendiyle çelişiyordu adeta. Bu sefer gerçekten gözümden düşmüştü. Aklımdan beni bıçaklayan kişinin Taylor'a sarılması çıkmıyordu. Ben nasıl bir şeyin içine düşmüştüm böyle? En yakın zamanda buralardan bir süre uzaklaşmak istiyordum. Bu, bana hiç olmadığı kadar iyi gelecekti. Kafam başka bir şeye daha takılmıştı. Kardeşimin mesajına. Gelince görüşürüz demişti. Buraya mı gelecekti? Üstelik nasıl izin alacaktı? Antrenman programının çok sıkı olduğunu söylemişti. Tabii, futbolcu olmak istiyorsa çabalamalıydı. Bende hukuk okuyacaktım. Savcı olmayı çok istiyordum. Çok da çabalıyordum. Derslerim son derece güzeldi. Genellikle okul birincisi veya ikincisi olurdum. Taylor'da başarılı öğrencilerdendi. Birincilik için çok yarışırdık birbirimizle. Daha çok çalışmam gerekirken bu olayların başıma gelmesi çok, çok kötü olmuştu. Ama mum olmak kolay değildi. Işık saçmak için önce yanmak gerekirdi.

🩸🍷🩸

Evde yankılanan yükses desibelli şarkı sesiyle gözlerimi araladım. Bu kız sabahın köründe neden bangır bandır şarkı dinliyordu? "Kıs şunun sesini!" diye bağırdım uyku sersemi bir sesle. Bir yandan da başımın altındaki yastıkla kulaklarımı kapatıyordum. Kolum ağrıyordu. Hemde fazlasıyla. Ses kısılmayınca yatakta doğruldum. Uykudan uyandırılmak en nefret ettiğim şeydi. Saçlarımı dün kurutmaya üşenmiştim. Bu yüzden hala nemlilerdi. Kuzgun siyahı saçlarımı ellerimle azıcık taradıktan sonra elimi telefonuma attım.

Saat 09.00'dı. Günlerden pazardı. Güya dinlenecektim bu gün. Başımda bu denli enerji patlaması yaşayan biri varken uyumak benim için olmayacak işti. yatağımı düzelttim ve elimi yüzümü yıkayıp aşağıya indim. Derin, deli gibi temizlik yapıyordu. "Keşke şunu sesini azıcık kıssan" dedim gözlerimi ovuşturarak. Kolumun ağrısı artmıştı.

"Ne dedin?" diye sordu bağırarak.

"Ses diyorum, ses! Uykum yarım kaldıda!"

"Hee! Söylesene o zaman" dediğinde sabır dilenir bir halim vardı. Sabah sabah olacak iş değildi!

Kumandayı alıp sesi kıstığında yüzümde adeta güller açıyordu. "Hiç bitmeyecek sandım!" dedim gülerek. Buzdolabına doğru ilerledim ve yiyecek bir şeyler aramaya başladım. Uzun zamandır yemediğim yulafı yeme kararı aldım. Sütü çıkardım ve yulafı alıp tarçın ve balla güzelce pişirdikten sonra meyvelerle süsledim. Buzdolabını içecek almak için açtığımda doğru düzgün bir şey kalmadığını yeni fark ediyordum. Kahvaltıyı yaptıktan sonra alışverişe gidebilirdim. Zaman geçmiş olurdu.

Oturup yulafımı yemeye başladığımda, Derin elinde viledayla yanımda bitti. "Yine ne oldu?" dedim ağzımdaki bitmeyen lokmayla.

"Kalkta orayı bir sileyim," dedi dudaklarını yalvarır bir şekilde büzerek.

Ayağa kalktım ve Derin'in mutfağı oturma odasıyla birleştiren adanın etrafını silmesini bekledim. Koyu renkli parkeleri sildikten sonra Derin bana döndü. "Oturabilirsin."

Aslında temizliği ben yapardım evde. Temizliğe çok önem verirdim ama malum. Küçük bir bıçak yarası almıştım. Oturup yemeğimi bitirdim ve bulaşıkları makineye yaralı elimi kullanmadan yerleştirdim. Buzdolabından bir adet ağrı kesici hap çıkardım ve suyla beraber içtim. En azından bir süre idare ederdi beni. "Evde pek bir şey kalmamış. Alışverişe çıkalım mı? Makyaj malzemesi falanda alırız. Değişiklik olur," dedim bu seferde camları silmeye kalkan Derin'e.

"Tamam. Ama şunu da yapayım olur mu? İçim rahat etmeyecek."

"Sende yapmıyorsun yapmıyorsun, yapınca da abartıyorsun varya. Ben resim çizeceğim odamda. İşin bitince haber et," dedikten sonra hızlı adımlarla odama çıktım. Odama girdiğimde geniş, karbon siyahı çerçeveli camımdan dışarı baktım. Lapa lapa yağan bembeyaz kar, yorgan misali evlerin çatılarını örtüyordu. Hava bulutluydu. Ama diğer günlerdeki gibi aşırı değildi. Siyah tonlarından oluşan çalışma masama ilerledim ve dolabımdan Action'dan aldığım kalem setini çıkardım. Odama ait olan, etrafı camlarla örtülmüş balkonuma gittim. Resmi orada çizecektim. Orta boyutlu balkonun soğukluğu tüylerimi diken diken etti. Küçük ısıtıcının düğmesine bastım ve balkonun ısınması için birkaç dakika bekledim. Çalışma masamdaki bazı eskiz defterlerine baktım. Ama hepsinin sayfaları resimlerle doluydu. Ne ara bu kadar resim çizmiştim?

Sonuncu deftere bakmaya başladığımda bir sayfa gözüme çarptı. Kardeşimle benim bir fotoğrafımı çizmiştim kara kalemle. Birbirimizin omuzlarına kolumuzu koymuş bir şekilde gülümsüyorduk. Sayfanın arkasında baktığımda şaşkınlığım yüzüme vurmuştu. Tarih 5 Şubat 2020'ydi. Tam üç yıl geçmişti. Ben on altı, kardeşim ise on iki yaşındaydı. Doğum günümde çizilmişti fotoğraf. Uzun zaman olmuştu ailemle ve kardeşimle yüz yüze görüşmeyeli. En son ailemle yüz yüze geçen sene yaz tatilinde Türkiye'de görüşmüştük. Kardeşimle de.

Daha fazla hüzünlenmeden defteri kapattım. Anlaşılan burada resim çizebileceğim bir eskiz defteri yoktu. Aşağıya, sonrada bodruma indim. Zifiri karanlıktı. Lambayı açtım. Etrafı loş, sarı bir ışık kapladı. İlerledim ve defterlerimin olduğu raftan iki tane orta boyut defter kaptım. Sonra gözüme bir sandık takıldı.

Bu zamana kadar bunu hiç fark etmemiştim. Siyahtı ve eskiydi. Üzerinde ejderha motifleri vardı. Birazcık tereddütlü kalsam da merak da ediyordum. İçinde ne vardı acaba? Bunu ancak içine bakarak öğrenirdim. Üzerindeki tozu üfledim istemsizce. Aynı filmlerdeki gibi. Yıllardır burada gibiydi. Yavaşça kapağı kaldırdım. İçinde bir kutu vardı. Siyah ve yine tozlanmış bir kutu... Sandığın içine azıcık daha baktım. Üzerinde farklı dillerde yazılar yazan parşömenler vardı. İlk görüşte büyü sanılabilirdi. O derece tuhafdı yazılar. Ama büyü değildi. Eskiden çok meraklı olduğum için bu tarz şeylere bilgimde vardı, tabii.

Kutuyu açtım. İçinde gördüğüm şeyle şaşkınlığım had safha olmuştu. Kutudan çıkan, parmaklarımı pürüzlü, keskin taşlarla bezenmiş kadeh de gezdirdim. Büyükeyici bir güzellikteydi. Kutusunun üzerinde bulunan bir yazı dikkatimi çekti. Kutu da "Korku Kadehi" yazıyordu. Demek ki adı buydu. Bunu buraya kim getirmişti? Taşınırken böyle bir sandığın varlığını hatırlamıyordum.

Korku KadehiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin