Medya: Çakır.
Kar üzerindeki ayakkabı izlerini takip ede ede Çakır'ın oluşturduğu arka bahçeye uzanan patika yolda ilerliyordum.
Karları daha bugün temizlese de kar yağışı yavaş yavaş devam ediyordu. Ancak şuan hava şükredilecek konumdaydı.
Burası kelimenin gerçek anlamıyla dağın başıydı. Kışın tamda ortasında olduğumuz bu günlerde her gün aralıksız kar yağıyor, hava sıcaklığı her geçen gün daha da düşüyordu.
Ama bu donmuş zirve ne kadarda medeniyetten uzak hatta tanrının unuttuğu yer olacak konumunda olsa bile buradaki günlerim geçmiş onca yıllarımda geçirdiğim günlerden çok daha güzeldi.
Hayatımın en güzel günlerimi, zamanlarımı tek bir adam ve bir köpekle dağın başında geçireceğimi hiç düşünmemiştim.
Ama o tek bir adam normal bir adam değildi. Şuana kadar tanıdığım ve tanıdığıma en çok mutlu olduk tek kişiydi.
Aşk gerçek anlamda büyüleyici bir şeydi. Onunla birlikte aldığın her nefes efsunlanmış bir şekilde bedenini terk ediyordu.
Damarlarındaki kanın her bir damlası ahenk ve hızla akıyordu. Kalbindeki kelebekler dans etmiyor, oradan oraya göç edercesine kaçışıyorlardı.
Buz mavisi gözleri huzur bulduğum tek yerdi. Ve şimdi o buz mavisi gözleri hafif kar yağışı altında az ileriden bana bakıyordu.
İçimde oluşan istemsiz sevinçle gülümsedim. Bir kaç saniye sonra sert görünümlü adamında suratında tanıdık bir gülümseme belirdi.
Adımlarımı bir kaç saniye içerisinde hızlandırıp, yanına vardım.
"Ne yapıyorsun burada, daha çok erken değil mi?" Dediğim zaman hızlı adımlarımı durduramadım ve bedenlerimizi birleştirdim.
Bedenlerimiz birleşir birleşmez o cevap vermeden hemen önce iri ve yapılı kolu ile belimi sardı.
Benden baya uzun olan boyu nedeniyle kafamı kaldırıp, suratına baktım. Bere takmadığı için açık olan sarı saçları arasında kar taneleri düşmüştü.
Saçları hafif ıslak, biraz da beyaz görünüyordu. Buz mavisi gözleri ise gözlerimin içindeydi.
"Asıl sen ne yapıyorsun burada? Ben şömine için biraz odun almaya geldim, odun stoğumuz bitmiş."
Gözlerimi kaçırıp, bir kaç saniye derin nefes aldım. Aldığım derin nefesler hava sıcaklığının vücut sıcaklığımdan düşük olması sebebiyle buhar olarak ağzımı terk etti.
"Senin için biraz çay demlemiştim, etrafa göremeyince de merak ettim." Dememle gözlerimi tekrar buz mavisi gözlerine çevirdim.
"Odunların bittiğini de mi görmedin güzelim?" Demesiyle belimdeki kolunu sıkılaştırdı ve beni bir hamle ile kucağına aldı.
"Çakır.." Diye anlık gelen şeyle stresle konuşmamla birlikte 'şhh' benzeri bir ses çıkarttı.
Ardından beni bir kolu ile sımsıkı tutarken kızağa koyduğu odunları da beraberinde almak için kızağı da diğer eli ile çekmeye başladı.
Onun kucağında bir bebekten farksız bir şekilde ilerlerken bakışlarım tekrar ona döndü.
Onunda bakışları bana dönerken gözlerimi kaçırıp, kafamı onun göğüsüne yasladım.
Keten ceketin askeri desenli dokusu yüzüme sürterken kar taneleri yüzünden hafif ıslanmış yüzeyi tenimi okşadı.
Daha sonra kaşlarım çatılırken sordum.
"Sen tek keten bir ceketle nasıl üşümüyorsun?"
"Bedenim soğuğa karşı dayanaklı. Komutanlığımı hep iç anadolu ve kuzey doğu bölgelerinde yaptım."
Biraz neşeli bir tonda söylediği şeyle mırıldandım. Ben çok çabuk üşüyen biri olduğum için bu durum onun hoşuna gidiyordu.
Bu sayede firsat bulduğu her an beni sarıp sarmalıyordu. Özellikle gece yatarken iri ve sıcak vücudu ile sarılıp, uyuyordu.
Artık o kadar alışmıştı ki bir ara grip olduğum zaman ben iyileşene kadar uyuyamamıştı.
Ondan biraz uzakta, başka bir yatakta bende uyumaya çalışsamda uyuyamamıştım.
Hayır, sarılmak alışkanlığımız olmamıştı birbirimizin vücudu ve kokusu alışkanlığımız olmuştu.
Çakır, ben gripken neredeyse benim boyumda bir yastık bulup, onunla uyumaya çalışmıştı ama fayda vermemişti.
Bu tür şeyler benim içimi ısıtıyordu. Aramızdaki bağ aşkında ötesi bir şeydi ve bu benim ruhumu besliyordu.
Tıpkı sahibinin kucağında bütün ihtiyaçları giderilmiş bir kedinin yavaş ve güzelce okşanması ile hissettiği mutluluk gibiydi.
Verendaya geldiğimiz zaman beni yavaşça bıraktı. Benim bakışlarım ona dönerken o kalın odunlarla dolu kızağı çevik bir harketle kaldırıp, içeri doğru itti.
Kızak içeri doğru girip, hafif sarsılırken bana geri döndü ve iki kolunu omuzlarımın arasına alıp, beni tekrar kaldırdı.
Hemen bacaklarımı beline bağlamamla içeri doğru adımladı ve ayakkabılarını çıkardı.
Benimde ayakkabılarımı çıkarıp, ayağı ile kapıyı kapattı.
İlerlerken kızgın yanına durdu ve bir odun alıp, şömineye doğru adımladı.
Sanki kucağında hiç yokmuşum gibi ilerledi ve elindeki odunu yanan şömineye fırlattı.
Ardından bakışları bana dönerken beni şöminenin hemen yanındaki duvara yasladı ve dudaklarıma yapıştı.
Soğuk dudakları dudaklarıma temas ederken bedenim hissettiğim sıcaklık ve aşkla titredi.
Kollarımı büyük ve keten çeket altından bile yapılı hissedilen sırtına attım ve avuç içlerimi gezdirdim.
O bundan daha fazla etkilenirken kendini bana daha fazla yaklaşırdı ve dudaklarımızı ayırdığı zaman sıcak nefesi yüzüme vurdu.
Erkeksi ve güven veren kokusu burnuma dolarken ellerini saçlarıma attı ve okşamaya başladı.
Daha sonra kulaklarıma eğilip "Şu dağın başında benim yanı başımda olman en büyük iyikim ve şükürüm yavrum." Dediği zaman karnım kasıldı.
Kafamı yavaşça kaldırmamla dudaklarını boynuma geçirdi. Bende ellerimi onun hâlâ hafif ıslak ve karlı saçlarına attım.
Boynuma sert ve aç öpücükler kondururken hafif ve tiz bir sesle inledim.
Bunu duyması ile etkilenmiş bir şekilde derin ve sert bir nefes alıp, kokumu içine çekti. Hemen ardından dişlerini boynuma yavaşça geçirdi.
Saçındaki bir elimi sıkılaştırmamla birlikte diğer elim yavaşça beline doğru gitti.
Dişlerini boynumdan çektiği zaman "Kahvaltı yerine seni yiyebilir miyim Talasım?" Dedi ve gözlerini gözlerime dikti.
Buz mavisi gözleri gözlerimde, sıcak nefesi yüzümdeyken içimleri dürtüler aşka birleşip, dudaklarını dudaklarıma bastırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstila
RomanceÇakır, zamanında komutanlıktan tecil edilen bir adamdır. Talas ise zamanının neredeyse tamamını evinde geçiren biridir. Nereden ve nasıl geldiği belli olmayan bir zombi virüsü dünyayı ele geçirince bu iki adam yollarına beraber devam edeceklerdi. Tü...