Medya: Çakır.
Kış ayları kardan göz gözü görmeyen, buz kesen ve donmuş bir zirveden farkı olmayan bu yer yazın gerçekten çok farklıydı.
Hava yaz ayına göre serindi ancak güneş daima tepede ve insanın içini ısıtacak cinstendi.
Güneş asla rahatsız etmiyor aksine tatlı bir sıcaklık olarak peşinden geliyordu sanki.
Oturduğum yataktan kalktığım zaman aklıma gelen şeyle derin bir nefes aldım.
Bugün zor bir yemek yapacaktım, sabahtan başlasam iyi olurdu.
Bahçeye inip biraz ısırgan otu toplamak istiyordum. Isırganları temizlemek gerçekten çok zor olduğu için en iyisi onları sabahtan yavaş yavaş temizlenmeye başlamaktı.
Hemde Çakıra hiç o yemeği yapmamıştım. Belki de sevdiği yemekler arasındaydı ancak utancından söyleyemiyordu. Hâla birbirimizden utanmamız içimi ısıtıyordu.
Koridora girdiğim zaman az ilerideki merdivenlere doğru adımladım.
Her bir merdiven indiğim zaman görüş alanıma mutfaktaki beden görünüyordu.
Saniyeler sonra görüş alanıma giren Çakır ile kaşlarım çatıldı.
Kahvaltıdan yeni kalmıştık, mutfakta ne yapıyor olabilirdi ki?
"Çakır." Diye seslenmemle hızla arkasını döndü korkuyla.
Mavi gözleri gözlerimin içine bakarken "Gelme." Dedi hızla ve stresle.
"Bir şey mi lazım canım?" Dediğim zaman mutfağa doğru adımlamaya başladım.
Kafasını olumsuz anlamda salladığı zaman sanki arkasında bir şey saklıyor gibiydi.
"Ne o?" Diye sorduğum zaman bakışlarını kaçırdı.
"Göstereceğim, bitsin." Dedi tane tane konuşurken.
Kaşlarım çatılırken "Niye görmemi istemiyorsun ki?" Diye sorduğum zaman bakışlarını yine kaçırdı.
"Beğenmezsin.." Dediği bakışlarını kaçırdı.
Ona doğru adım atmamla dibine kadar girdim.
Boyu benimkinden uzun olduğu için kafamı kaldırıp ona baktım. Mavi gözleri ile gözlerimin içine bakarken hâlâ direniyordu.
Ellerimi yanaklarına atmamla bakışları gözlerimin içindeydi.
"Senden gelen her şeyi beğenirim ben." Dedim gülümseyerek.
Bir kaç saniye daha gözlerimin içine baktı ve daha sonra arkasındaki şeyi yavaşça gösterdi.
Bir demet kırmızı ve beyaz laleler gördüğüm zaman gözlerim hemen kamaştı.
Daha sonra bakışlarım laleler üzerindeki gri şeylere döndü.
"Üzerlerine çimento damladı, bende bahçede başka bulamadım." Diye üzgün bir tonla konuşurken bakışlarım gözlerine döndü.
O mavi gözleri ile gözlerimin içine bakarken "Yıkamaya çalışıtım ama geçmiyor." Dediği zaman yüzümde hiç olmadığı kadar sıcak bir gülümseme oluştu.
"Sen bunu mu dert ettin?" Diye sorduğum zaman bakışları gözlerimin içindeydi.
"Beğenmezsen-" Demişti ki sadece parmaklarımın ucunda yükseldim ve dudaklarına kapandım.
O bir kaç saniye dursa da sonra laleleri yavaşça tezgahın üzerine bıraktı ve elini belime attı.
Elimi yüzüne attım ve yavaşça okşadım. Dudaklarımız ayrıldığı zaman aşağı doğru yavaşça indim.
"Sen kendin verebilceğin lalelerden bile güzelsin, dert etme böyle şeyleri.." Dediğim zaman gözlerinin içinin aşkla parladığını gördüm.
"Güzel.." Diye sanki dediğim kelime onun için yabancı bir dilde duyduğu ve kendine hoş gelen bir iltifatmış gibi gözlerimin içine bakarak mırıldandı.
Ardından yaklaşıp, dudaklarımı dudaklarına tekrar bastırması ile beni kucağına aldı ve az ilerideki masaya oturttu.
Güçlü elleri bedenimde gezinirken kendimi ona doğru ittirdim ve temiz kokusunu içime çektim.
Ardından dudaklarımızı ayırması ile mavi gözleri gözlerimin içine döndü.
Elleri bedenimi severken "Sen de öyle bir beyefendisin ki bende beyfendiliğin her bir zerresinde cenneti her gün keşfediyorum." Dedi sıcak ve güzel nefesi yüzüme vururken.
Yüzümde bir gülümseme oluşurken "Bak ne diyeceğim?" Dediğim zaman tek gözünü 'efendim?' anlamında kırptı.
"Gel şu yazın ortasında sıcak ve tatlı bir çay yapayım bize. Bitki çayı." Dememle gözlerimin içine odaklandı.
"Çok işim var ama beklesin, bizden önemli değil." Dedi ve ellerini yüzüme atıp alnımı öptü.
~~~~
Elimdeki çaydanlık ve iki adet geniş fincan ile verendaya çıktım.
Çakır elinde bir çakı almış ve elindeki odunu yontuyordu.
"Ne yapıyorsun?" Diye sorduğum zaman "Düdük." Dedi çocuksu bir heyecanla.
Böyle şeylerle uğraşmayı çok seviyordu ve bu gizleyemiyordu.
"Ne işe yarayacak bu düdük?" Diye keyifle sormamla bir fincan onun önüne bir fincanda benim önüme koydum.
Bakışları bana dönerken "Ben komutanken hep bir düdüğüm vardı, antrenmanda hep çalardım." Dedi eskiye yönelik bir şey anlattığı zaman oluşan ses tonuyla.
"Şimdi Max'i eğitmek için kullanırım." Dediği zaman yüzümde bir gülümseme oluştu onun fincanını doldurarak.
"İyi ki beni askeri eğitime sokmuyorsun, senin komutan yüzün çok sert." Dedim keyifle.
"Aslında sana bir askeri eğitim versek iyi olur, mesleğin gereği bir kaç ayda bitirmişsin." Dedi aynı keyifli tonla.
Hafifçe gülmemem ile derin bir nefes aldı.
"Sanırım bir sana işlemez komutan yüzüm." Dedi ciddi ama içindeki aşkla.
Bakışlarım ona dönerken "Seninle sert bir şekilde konuşmayı bırak normal bir şekilde konuşamıyorum bile." Dedi içtenlikle.
"Ama bazenleri emir vermeyi biliyorsun." Dedim keyifli ama birazda yaramaz bir tonla.
Yüzünde bir gülümseme oluşurken "Hoşuna gitmiyor mu?" Diye sordu.
"Gidiyor.." Dememle kısık bir sesle önümdeki fincanı da doldurdum ve çiçek desenli, modern çaydanlığı masaya koydum.
Yerime oturmamla elini bacağıma attı ve diğer eli ile fincanını aldı.
Bakışlarım ona dönerken az önceki yaramaz ve cinsellik konuştuğu hâli gitmiş yerini tekrar aşık Çakır almıştı.
"Seni çok seviyorum.." Dememle çayından bir yudum aldı ve gözlerini kıstı.
"Ben daha çok seviyorum." Dedi sıcak çayı dudaklarından uzaklaştırırken.
Bende çaydan bir yudum alırken derin bir nefesde kokusu için aldım.
Hem çok güzel kokuyor hemde tadı çok güzeldi. Normal bir türk çayı değildi, değişik bir çiçeğin aromasından yapılan bir çaydı.
İstilanın ilk zamanlarında bir marketi yağmaladığımız zaman en az 10-20 paket almıştım. O yüzden çok şanslıydık..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstila
RomanceÇakır, zamanında komutanlıktan tecil edilen bir adamdır. Talas ise zamanının neredeyse tamamını evinde geçiren biridir. Nereden ve nasıl geldiği belli olmayan bir zombi virüsü dünyayı ele geçirince bu iki adam yollarına beraber devam edeceklerdi. Tü...