"Beni bırakma kalbim, kalbim sen bana söyle,
Ümitlerin en güzelini."Ziya Osman Saba.
"Daha gencim, köyün tabibi beni yanına almış çırak olarak tıbbi bilgiler öğretiyor. Geleceğim de parlak o zamanlar. Hiç unutmam aynı sizin gibi bir abi kardeş dayandı evin kapısına. " ev sahibi kahvaltı sofrasında koyu bir sohbet başlatmıştı. Çayları dolduran büyük kız Arslan'a ayrı bana ayrı muamele ediyor, ne vakit ondan yana bakacak olsa kıpkırmızı kesiliyordu. Ben düne nazaran daha kuvvetliydim. Ateşim düşmüş, baş dönmem geçmişti. "Zavallı kızın iman tahtası şişmiş, nefes alamıyor. Tabip de başka köye gitti köyde bir tek ben varım yardım edecek. Yatırdım kızı sedire, çıkardım herkesi odadan. Gerdanını açtım elimle yokladım önce, sonra ağzına eğilip nefes verdim yok, kız morarmaya başladı. Anladım ki nefes borusu tıkanmış, kaldırdım ayağa, sarıldım arkadan. " adamın karısı kim bilir kaçıncı kez aynı hikayeyi dinlemekten bıkmış, suratını düşürdü. "Meğer ağabeyi başından beri izliyormuş bizi kapıdan. Kızın boğazındaki nerden geldiğini anlamadığımız yumruk kadar taş çıktı çıkmasına ama takdir edilmek yerine başımda tüfekle kaldım odanın ortasında. Ağabey çıldırmış, 'bizim kızı öptün, kokladın nikahını alacaksın namus davasıdır bu artık! ' diyor. " hepimiz birden gülmeye başladık. Adam suratını ekşitti "Allah günah yazmasın pek de çirkin bir kızdı, benim kadar sakalları vardı. Ben de bizim hanıma yanmışım, dayandım kapısına anlattım durumu. Dedim; ya benimle kaçarsın yahut ben kafama sıkar kurtulurum bu eziyetten. " ikili arasında manidar bir bakışma geçti. "Bunun da bir nemrut anası var, eziyet çektirirdi kıza. Hal böyle olunca ikiletmedi lafımı, düştük yollara. Kader bizi bu küçük köye kadar getirdi. Şükür kimse de bulamadı izimizi. Ondan sonra bulaşmadım tıbba, kimse de bilmez köyde tabiplik yaptığımı. Allah biliyor ya evlat, seni kucağında bu kızla o yana bu yana koştururken görünce oralı olmak gelmedi içimden. Bana o günleri hatırlattın. Ama gözlerindeki o korku, o telaş kalbimi kurutacaktı eğer sana el uzatmasam. "
Adamın söylediklerini bir bir tartarak Arslan'a baktım. Elini adamın omzuna bastırdı ve yemegini yemeğe devam etti. Önce benim için telaşlandığını düşündüm, ama onun bir eşkıya olduğu, ölü bir esir ile uğraşmak istemeyeceğini akıl etmem uzun sürmedi. Tabi ki beni iyi etmek için uğraşacaktı. Ölüm beş para etmezdi.
"Artık yola çıkabilir miyiz?" diye sordu adama.
Yaşlı adam ağzındaki zeytin çekirdeğini çıkarırken kafasını hayır anlamında iki yana salladı, Arslan köşede oturmuş aldığı cevaptan huzursuz, tütün sarıyordu. Çay bardağını tutan kınalı ellerime baktım, düğün kınam siyaha çalan rengiyle parmaklarımı kaplamıştı. Beni izleyen küçük kız taklit ederek kendi kınalı ellerine baktı.
"Seninkiler daha güzel." dedim kısık sesle, gülümsemeyle karşılık verdi.
"Bağdat yolları eşkıya dolu diyorlar, dikkatli olun. " adam Arslan'ı uyarmak istiyordu, gözleri ciddiyetle açıldı.
"Eşkıyadan korksak Bağdat yoluna düşmeyiz . " dedi Arslan, ben hariç herkes gülmüştü bu söze. Göz göze geldiğimizde başımı başka yöne çevirdim.
"Bugün de dinlenin, yarın çıkarsınız o vakit. " adam izin isteyip çıktı evden, Arslan da arkasından gitti. İnsanlara yük olmanın verdiği mahcubiyetle ev işlerine yardım etmek istedim. Ben bir şeylerin ucundan tutmak istedikçe onlar yorulmamam için mani oluyordu. Evin arka bahçesini gören camdan dışarı baktığım bir sırada Arslan'ı odun kırarken gördüm. Bir yandan adamla sohbet ediyor, bir yandan hangi büyüklükte olursa olsun önüne aldığı kütüğü tek darbede parçalara ayırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...