" sevmenin suç olduğu sularda boğulunur. "Alper Gencer.
Asude :
Adımlarını sürüyerek kapıdan uzaklaştığını duyduğumda, göğsüme bastırdığım yumruklarımı dinginlikle kucağıma bıraktım. Hala nefes alamıyor, üstelik nefes alıp almadığımın ayrımına varamıyordum. Boynumdaki damar şiddetle atmaya başlayınca bedenimdeki zorlanmayı fark edip tuttuğum nefesi bıraktım. Ayağa kalktığımda oda hızla dönmeye, giderek küçülmeye, küçüldükçe alçalmaya başladı. Gözlerimi kapatıp açtım, eski halindeydi artık. Hiçbir şey olmamış gibi ! Sanki Arslan az önce dudaklarımı öpmemiş gibi bakıyordu yastıklar! Sanki dudaklarımdan akan kanın faili dışarıda sigara içmiyormuş gibi hiç bozuntuya vermeden uzanıyordu yorgan! Ya şarap şişeleri? Hani şu ranzanın altında büyük titizlikle yerde yatanlar, bir tanesi ayaktaydı yalnızca. Yalnızca bir tanesi kalp çarpıntımı duyup saygı duruşuna kalkmıştı. Bağırmak istiyordum, "Arslan, beni, öptü! Üstelik dudağımdan ! " nasıl oluyordu da hayat kaldığımız yerden devam edebiliyordu? En çok da şarap şişelerine kırgındım, ne acı, onları aşka dahil sanırdım...
Bir ahırdan büyükçe olan odanın ortasına kadar gelip, dikilmeye başladım. Ellerim dudaklarıma gitti, şiddetle mani olamadığım gülüşüm beynime doluşan düşüncelerle orta yerinden kesildi. Başımı korkak hareketlerle tavana diktim, asıl düşünmem gerekeni atlamış olmanın o korkunç farkediş anını yaşıyordum. Tanrım! Ne olacaktı şimdi? Bir yıldırım mı düşecekti üzerime? Kalbim sıkışacak, nefessiz kalacak, morararak.. Hayır, kan kusarak ölecektim!
Koşarak yatağa girdim, titreyen dizlerimi karnıma çekerek, hıçkırıklar eşliğinde Tanrının hakettiğim cezayı vermesini beklemeye başladım. Başımı dizlerime yatırdım, böylece içeri giren azap meleklerinin korkunç yüzlerini görmekten kurtulacağımı düşünüyordum.
Biraz sonra tıklayan kapı ile göğsüm can çekişen bir kuş gibi sıçradı. Içeride gezinmeye başlayan adımlara göz ucuyla bakınca Kaptan ve tayfasını gördüm. Korkarak gülümsüyordu adamlar, biri hariç. Kamburu çıkmış yaşlı adam, tiksinerek bakıyordu bana. Kaptan, ürkek adımlarla yaklaştı, ellerini havaya kaldırarak ranzanın altına eğildi. Şarap şişelerinden birini aldı ve teslim olan suçlu misali elleri havada geriye gitmeye başladı.
Gülerek bakan esmer, cılız genç ellerini birbirine sürtüyordu. "Yenge.. " diye konuşmaya başladı. "Şu eşkıyaya söylesen de bizim Dursun'u yukarı çeksek. Hava kötüye gidiyor, heder olacak çocuk. "
Kaptan, çocuğa ters ters baktı. "Sen onun dengesizliğine bakma kızım. Hadi dinlen.. " dedi ve tekrar geriledi. Feri gitmiş gözlerini üzerimden çekmeyen yaşlı adamın çıkarken söylediklerini işitmiştim.
"Gemide kadın uğursuzluk getirir."
Gittiği yere uğursuzluk getirebilecek tek varlık, bir eşkıyaydı ! Yine de onu aptal gibi seviyorsanız uğursuzluk addettiğiniz her şeyle kardeş oluyordunuz. Bir denizcinin bileğine bağlanan halat, anne karnındaki kordon gibi yapışıveriyordu gövdenize. Güverteye yığılan bir atın tenini kurutan soğuk, dudaklarınıza yapışan soğuktan sızıyordu bedeninize. Ve bir eşkıyanın kirli dudaklarının parçaladığı dudaklarınızın bulaşıcı kirini ahmakça bir gülümseme ile kabulleniyordunuz.
Tekrar umutsuzca cezamı beklemeye başladım. Akşam çökmeye yakındı artık. Başımdan aşağı şimşekler düşmedi, kan kusmadım, kör de olmadı gözlerim. Arslan beni öptü diye bir tek yaprak bile oynamamıştı! Kopan kıyametler benim dünyamda idi. Bir süre sonra şöyle düşündüm ; ilk darbesini alıp bekaretini kaybeden uzuvlardan dökülen kan, kalleşçe bir savaşta dökülen ve ağır bedeller ödeten damlalar ile aynı kefeye koyulacak değildi. Kısırdı savaşın damlaları, öldürücüydü. Oysa şehvet ve aşkla akan kan, ancak memeleri henüz tomurcuklanmış bir genç kızın bacakları arasından dökülen kan ile eşdeğer olabilirdi. Bereketli ve doğurgan. Tabi, bu fikre ikna olmam uzun zaman aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...