"Dünyaya tortullar, tabakalar, yarlar gerektir.
İçerde çok yanmışa dışarda karlar gerektir."Birhan Keskin
Safiye Hala sayesinde güzel okuma, yazma, diksiyon derslerinin yanı sıra adabı muaşeret kurallarını da öğreniyordum. Sofra düzeni, yemek görgüsü, birine maddi durumumu aşan armağan verecek olursam bunun görgüsüzlük addedileceği, eve gelen misafirlerden daha gösterişli giyinmemem gerektiği gibi nice şeyler öğrendim. Bizim geleneklerimizde bir erkekle bir bayanın sarmaş dolaş raks etmesi kabul edilemez bir davranıştı. Fakat Nikos enişte Rum adetlerinden olan dans kültürünü de öğrenmemi istediği için bir dans hocası tuttu. Kırklı yaşlarında, oldukça mütevazi tavırlı adam belimden tutmuş beni bir o yana bir bu yana savuruyor, ben utancımdan kendimi olaya veremiyordum.
"Çildirazayim Safiye! Bu kiz kazik yutmus vre! " binbir şikayetle benim pek gönüllü olmadığımı anlayınca bu işkenceye son verdiler. Sanki kiminle, nerede raks edecektim?
Adada Arslan'ın babadan kalma bir konak varmış. Limanın en ücra köşelerinden birinde, kafa dinlemek için bire bir olan bu konak yılların yorgunluğu ile oldukça çökmüş de Arslan orayı tamir ediyormuş diye söyledi Safiye Hala. Onu bazen akşam yemeklerinde görüyordum, o zaman da derin düşüncelere dalıyor, gözlerini tabaktan kaldırmıyordu. Vaktimin çoğunu Nazlı ve hizmetli Gülsüm ablanın kızı Nergis ile geçiriyordum. Nergis, 16 yaşında esmer güzeli bir kızdı. Evde ve kasabada dönen dedikoduları bize taşıyor, misafirliğe gelen kadınların kirli çamaşırlarını ve gizli emellerini anlatıyordu. Bir çok Rum'la tanışmış, sohbetlerine dahil olmuştum. Akşamları odalardan birinde toplanır Rum aksanını taklit eder, eğlenirdik.
Yağmurun camlarımızı döverek uyandırdığı o soğuk günlerden birinde hava dinmeye başlayınca çarşıya giden Nergis'in peşine takıldım. Evde oturmaktan o kadar bunalmış ve sıkılmıştım ki, biraz daha tutsalar kendi kendimi imha edebilecek ruhaniyetteydim. Kuşçu Yannis dedikleri gariban bir Rum'a haftada bir yemek taşıyan Nergis, beni de kırmayarak yanına aldı. Yannis; altmışlı yaşlarında, kamburu çıkmış, gün görmüş bir adamdı.
Önden inip, kızın Yannis'in evinden çıkmasını beklerken önünde durduğum vitrinde parlayan takılara gözüm takıldı, izlemeye başladım. İlgimi bu kadar çeken şey altınların rengi ya da gümüşün parlaklığı değil, gözümün içine içine bakan Yunus balığının bana hatırlattıklarıydı. Elimin refleksle cama dokunduğunu hissettiğimde, vitrinin ardında bana bakan bir çift mavi gözü sezdim. Gözlerin sahibi sarışın, genç bir adamdı. Elimi panikle geri çekişime gülümsemesini hayal meyal hatırlıyorum. Nergis'in sesi ile oradan ayrılıp at arabasına bindiğimde gencin dışarı çıkmış arkamızdan bakmakta olduğunu gördüm. Biz ufukta kaybolurken koskoca çarşıda onlarca insan, yüzlerce nesne zamanın akışında yerini değiştirdiyse de o bir çift mavi göz tekrar yağan yağmurun altında değişmeyen tek şey olarak kaldı.
İşte Dimitri ile böyle karşılaştık...
***
"Akşama babanın misafiri var kızım. Herkes tam takım masada olsun !" Gözümü açar açmaz karşımda annesini taklit eden bir adet Nazlı buluverdim. Gardrobu açarak kıyafetlerimi karıştırmaya başladı.
O yağmurlu günün üzerinden üç gün geçmesine rağmen bir Yunus balığıdır gözümün önümden gitmek bilmiyordu. Hayat böyle kardeşlerim, anıları unutmak zamanınızı alsa da hepsini hatırlamak için tek bir nesne yetiveriyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...