"bana bir anne doğur, sen güzelsin
bir heves çocuğum ol, ev üzülmesin."Haydar Ergülen
Çekili perdelerin kenarlarından içeri vuran güneşe uyandığımda Yazgülü odanın içinde koşturuyordu. Hava bir ölü için fazla güzel, yaşayanlar için farkedilemeyecek kadar olağandı. Ellerimi havaya kaldırıp iyice zayıflayan bileklerimi inceledim. Paslanan bir demir gibi, tutunacak bir dal bulamayışımdan incelmiş, kullanmaya kullanmaya eskimişti bedenim. Ama zihnim ilk günkü kadar berraktı.
Bedenimin çöküşünü görenler, bu durumu gittikçe tükenen sevdamın umutsuzluğuna yoruyordu. Bu her bakımdan benim lehimeydi. Timur bir saldırı girişimine daha kalkışmayacağıma kanaat getirmiş, Hatice beni saf dışı bıraktığına inanmıştı. Düşününce onlara hak vermemek imkansızdı. Düşünüyorlardı. Düşünemedikleri tek şey, benim de hala düşünüyor oluşumdu.
Düşünüyordum, öyleyse yok olmaları yakındı.
O gün, konağa yeni gelen şu yaşlı, bunak görünümlü ihtiyar beni görmeye gelecekti. Büyüyü yoklayacak ve hatta ortadan kaldırmaya çalışacaktı. Yazgülü adamla evelden konuştuğunu söylemeseydi şimdi eteklerim çoktan tutuşmuş olurdu. Hoş, karşılıksız bir şekilde ağaya yalan uydurmayı ne için kabul etsindi, aklıma yatmıyordu. Bu fikrimi Yazgülü'ne açtığımda zihnimi başka işlere yormamı akıl vermişti.
Yaşlı adamın odaya davetini gerçekleştiren Timur ve hemen arkalarında duran Yazgülü içeri girdiğimde ocağın önündeki minderlerden birinde oturuyordum. Yazgülü'nün eteğinden ayrılmayan çocuğu gördüğümde avuçlarımın korkuyla kapanışını Yazgülü'nden başka gören olmamıştı. Büyüyü bozabilecek olan tek kişinin bu odaya girmesi ölüm fermanımı okumak olurdu. Falcı bozması Yazgülü'nün bunu bile bile hataya düşmesi akıl alır şey değildi. Belki de bir hata dahi değildi bu...
Hafifçe arkamda kalacak şekilde yanımdaki mindere oturan Timur, yaşlı adama da oturmasını söyledi. Yazgülü ve büyü bozucu velet karşımda, ihtiyarın hemen arkasında dikiliyordu. Bu kadının kara gözlerini görmek beni yeniden korkutur olmuştu. Yaşlı adam, kıyafetinin dizlerine uzanan eteklerini toplayarak bağdaş kurdu ve elinde taşıdığı tahtadan oyma tası ortamıza koydu. Sakalları tel tel, yüzü delikli bir adamdı. Titreyen elleri yaşına göre diriydi, açık kahve gözleri canlı bakıyordu.
Örtüsünü kaldırdığı tasın içinde kan kırmızısı bir su vardı. Bir müddet dua mırıldandı, suya üfledi. Cebinden çıkardığı otlardan ara ara birkaç tutam atıyordu suya. Sabırsızlanan Timur, burnundan solumaya başlamıştı. Yaşlı adam, başını hafifçe arkasına çevirdi, ona bakan Yazgülü ile aralarında gizli bir anlaşma geçti. Başını sallayan Yazgülü Timur'a döndü.
"Ağa'm, yalnız kalmaları gerek."
Dişlerini gıcırdatan Timur sesini zaptederek konuştu. "Ne münasebet! Bir kadının kocasından ne gizlisi olacak? Bir hocanın ağadan ne gizlisi olacak?"
İhtiyar, bir kez daha döndü arkasını. Yazgülü tekrar yönünü Timur'a çevirdi. "Güçlü bir büyüyü bozacak olan büyü de en az onun kadar güçlüdür. Size tesir etsin istemeyiz. Bizim yerimize çocuk duracak burada. "
"Ne diyorsun sen kadın? Küçücük çocuğa zarar vermeyen şey bana ne zarar verebilir?" Timur'un yükselen sesi ile göz kapaklarım alçaldı ve usulca kapandı. Onun sesini bu kadar yakınımda ve bu denli gür duymak beni yoruyordu.
"Çocukların saflığına zarar verebilecek pek az şey vardır beyim..."
Kimse tek bir söz daha etmedi. Sessizliğe gözlerimi açtığımda kulağımdaki nefes Timur'undu. Yanıma bıraktığı hançeri kastederek "Umarım bu defa sağlam tutarsın." dedi ve eteklerini savurarak kalktı. Hançeri titreyen elimle yokladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...