BÖLÜM 28 : ALTIPATLAR

39K 1.7K 390
                                    

"Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, 
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. "

William Shakespeare.

Arslan :

Girdiğim han kapısını, üzerinde biriken yılların tozu gömleğimin koluna sürünürken, ittim. Gıcırdayan kapının eşiğinden içeriye ilk sağ ayağımı bastığımda batıl inançlarım sol kulağıma kahkaha atıyordu. İnanmasam da sevindirdim hurafeleri, benim inancımı aramak zaten yıldırırdı bekleyenleri. Biliyorlardı, bu yüzdendi yarım mutlulukları. Beni seve seve bekleyenler, aslında beklemeyi sevenlerdi. Vuslatı seven göz dikmezdi gelme ihtimalim olan yollara. Yollar, şimdiye kadar beni kimseye getirmedi, götürmedi de kimseden. Durdum öylece, yolun ortasında. Hayat, öylece durabilmekti aslında. Ve ben hakkını vermiştim durmaların, şimdi koşmak benden daha çok kime yakışır ?

Handaki masalar has ağaç değillerdi, kaldırıp savurabilirdim onları. İçimi gıdıklayan, hoşuma gitmeyen bir durum olursa parçalayabilirdim.  Bir kadehi herkes kırardı nasılsa. Ama bu hayatta amacı olmayan, amaçları hor gören, dedikodunun peşine düşmüş sözde ayıklar ve onları dinleyen yarı sarhoşlar bir kalp dahi kıramazdı. Oysa kalp kırmaktan kolay ne var ? Şarabın kötü, desen kırılır sakinin kalbi. Şarabın taze, desen çatlar kadeh.

Açtığım kapı, arkasındaki taş duvara vurunca yazın sıcağıyla hepten mayışmış bakan gözler üzerime çevrildi. Ellerimi arkamda bağlayıp, iki yana açtım bacaklarımı. Bütün gözler kulağımda sallanan küpedeydi. Bir de içinde yazanı bilselerdi, bir kurşundan daha hızlı öldürürdü onları. Hızlı fakat sancılı. Tezatlar, kelimeler arasına sıkıştı sıkışalı, mana ıstırabın tavında kavruluyordu. Ve benim gözlerim sakiyi arıyordu. Arka masalardan birinde, ellerini sildiği havluyu omzuna atarken gördüm onu. O da beni görünce zaman durdu, az önce gülen dudakları bir tehlikenin haberini almışçasına büzüldü. Bütün müşterileri ile tek tek göz göze geldi, hemen yanında, kirişe asılı duran çana uzandı. Üç defa çaldı çanı, bunu duyan müşteriler homurdanarak, kimisi bu davetsiz misafire söverek birer ikişer çıktılar dışarı. Kalfasına şarap lekeleri ile kaplı önlüğünü de çıkarttırıp yollayınca ikimiz kalmıştık tahta masalar arasında.

Işıksız, toprak yolu gören küçük pencerelerden birinin önündeki masaya ilerledim. Arkasız taburesine oturdum. Çaprazda görünen odaların pencerelerini gözleyebiliyordum buradan.  Cebimdeki tabancayı tahta masaya vurduğumda saki, taş testisini ve iki kadehi alıp geçmişti karşıma. Şaraplar olabildiğince yüksekten, olanca şarıltısıyla doldu kadehlere. Ağzına kadar dolduğunda yudumladık birlikte. İlk kadehte konuşmadık. Anlatılacak ne varsa konuşmadık. İkinci kadehte sustuk. Bağırılacak ne varsa sustuk. Üçüncü kadehte gülmeye başladım, konuşmadan anlatılanlara. Dördüncüde hıçkırdı Saki, bağıracakken susulanlara. Beşincide... Beşte oldu ne olduysa. Zaten olacaklar hep beşte olurdu. Insanın başına ne gelirse beşte gelirdi. Beşinci kadehte, saat beşte, beş yaşında. Beşte susan beş yerinden vurulurdu ! Saki de biliyordu bunu. Elimin tabancaya gittiğini görünce aceleyle açtı ağzını, yumdu gözünü. Altı patlar beş yerinden doluydu!

"Ne zaman gelecek ? " diye sordu, gözlerini kadehte çalkaladığı içkiden ayırmadan. Benim de bilmek istediğim buydu.

"Damlar birazdan. " dedim, sol cebimdeki kibriti çekip aldım. "Bekletmeyi sever soysuz, beklemekten hazzetmez. Ölümünü beklemek zor gelmiş olmalı, ayağıma geliyor. " sonunda yanan tütünün zehri dudaklarıma dayanmıştı. Acaba Çakal da gelecek miydi onunla birlikte ?

"O gelir, saki yok olur. Ben azraille aynı masaya oturmam Arslan'ım, henüz yaşım genç, aşk kapımda bekler.. " sözünün sonunda kaburgalarını yoğurarak zıplayan göbeğine aldırmadan bir kahkaha patlattı. Benim aklım söylediklerinde takılı kalmıştı.

EŞKIYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin