"Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü. "
Cemal Süreya.
Asude :
Tan ağarırken, gökyüzünü boyayan şemsin fırçasının izleri yattığımız odanın zeminine vuruyordu. Arslan, bacaklarını üst üste atmış, kollarını göğsünde bağlamış vaziyette, sırt üstü yanımda yatıyordu. Her an açılacakmış gibi tetikte duran göz kapaklarını, rüyasında her ne görüyorsa, öfkeyle sıktığı dişleri yüzünden sertleşen çenesini izledim. İnsan uykusunda da kendini anın akışına bırakamıyorsa ne acı, Arslan ömrünü böyle acınacak halde geçirmiş olmalıydı. Uykuda düşen korkusuzluk kisvesi, yerini çocuksu mahcubiyete bırakmıştı. Ellerimi çenemin altında bağlayıp bu yüzü hayranlıkla izlemeye devam ettim. Aniden gözleri açıldı, yattığı yerde çakı gibi doğruldu. Yastığının altındaki silahı alışını, pencereden şöylelemesine bakıp odanın kapısına koşarak sırtını yaslayışını izledim. Tetikte duruyor, kulağını kapıya yaslayıp yalnızca onun duyduğu sesleri dinliyordu. Dışarıdan uzanan bir yumruk kapıyı ağır ağır iki kere vurunca oturduğum yerde sıçradım. Yastığın üzerine serdiğim şalı başıma geçirip yüzümü sardım.
Dışarıdan hancının yaşlılıktan titreyen sesi duyuldu. "Benim, korkmayın. "
"Yanında kim var ? " diye sordu Arslan.
Adam yarım gülüşünü yutarak cevapladı. "Çırak. Yiyecek bir şeyler getirdik. "
Arslan tabancasını beline koyarken çoktan yatağın örtüsünü düzeltip odanın karanlık, kapının dışından görünmeyen tarafına geçmiştim. Aralık kapıdan dışarı baktı. "Ne var tepside ? "
Tabakaların tek tek açılma sesini duydum. Çırak bütün yemekleri gösteriyor, açılan her tabakta Arslan'ın yüzü ekşiyordu. "Götür bunları, sabah sabah bunca yağlı eti kuduz eşkıyalar yer. O çorbayı da dök gitsin ! Bir parça ekmek, biraz da peynir getir bize. " kapıyı kapatacakken caydı, tekrar başını uzattı. "Vazgeçtim. Getirme. Aşağıda yer, sonra yola çıkarız. " elini dışarı uzatarak hancının yakasından tuttu. "Çırağın gözünü yerden kaldıracak olursa başına gelecekleri anlat. "
"Merak etme, hayatı, yaşamayı seven bir çocuktur. " dedi hancı ve kapı öylece yüzüne kapandı.
Arslan gömleğini sırtına geçirip düğmelerinden iliklemeyi bırakıp kollarını sıvamaya başladı. Sabırsız, aceleci bir hali vardı. Öylesine aceleciydi ki, iki yakası bir araya gelmedi. Kollarından birini kıvırırken "Aşağısı kalabalık..." diye söylenmeye başlamıştı.
"Ben uyanalı epey oldu, hiç ses duymadım. Yanılıyorsun." kendimden oldukça emindim oysa.
Kolumdan tutarak beni pencerenin önüne kadar getirdi, örtülü perdeyi araladı. Aşağıda, ağaca bağlı duran atın yanında duran Umut, önüne atılmış olan kemikleri yalıyordu. "Bir köpeğin önüne neden kemik atarsın kızım? " diye sordu. Umut'un arkasında kalmış kemik artıklarını o zaman fark ettim.
"Karnı doysun diye." Dedim.
"Havlamasın diye." Diyerek düzeltti.
"Kuruntu yapıyorsun, hancı düşünceli adamdır."
Burun kıvırarak örttü perdeyi. "Yanlış." düğmelerini en aşağıdan iliklemeye başladı. "Eşkıyalar temkinlidir. Şimdiye kadar öğrenmiş olman gerekirdi. Aç köpeğe yal verirsin, tok köpeğe su, havlayan köpeğe kemik. Ki oyalansın, sesi çıkmasın.. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...