"Bazen var'ı anlarsın
yok ile sevgilim..."Cahit Zarifoğlu.
ASUDE :
Üzerime titreyerek yıkılan günahı can havli ile kenara attığımda bacaklarım arasından akan kanı yokladım. Taşın yırttığı etim kanıyordu. Omzumdan kayan elbisenin yırtık iki ucu ben koştukça sallanıyordu. Sırtımdaki kan ve tere yapışmış saçlarım, iffetimi korumak için örtüyordu çıplaklığımı. Arkama baktığımda yerden destek alarak kalkmaya çalışıyordu adam. Önümü görmek için gözlerimi kırpıştırdım, kirpiklerime asılı duran buğuyu dağıttım. Yanağıma süzülen iki damla dudaklarıma aktı.
"Allah'ım yardım et!" bileğim burkuldu, düşeyazdım. Acısına aldırmadan koşmaya devam ettim. Hiçbir şey hissetmiyordum. Bir kolumu, bir bacağımı, başımı, gövdemin bir kısmını geride bırakmış olabilirdim. Bunu ancak eksik yerlerimden birini kullanmam gerektiğinde anlayabilirdim. Kurumaya yüz tutan kan, bacaklarımdaki deriyi birbirine yapıştırıyordu. "Allah'ım yardım et!"
"Gel buraya, kaçma!" bir kekemeden hallice bağırıyordu. Sık sık öksürüyor, ara sıra koşmayı bırakıp öğürüyordu. Ayaklarım patika bir yola çıktığında tekrar ayağım burkuldu, yüz üstü toprağa kavuştum. Avuçlarıma dolan kuru toprağı ziyan etmeden bacaklarım arasındaki kana çaldım, hepten kuruttum. Güneye, taşlık yola çıkana kadar koşmaya devam ettim. Gücü yerine gelen, dengesini tekrar sağlamayı başaran Tarık aramızdaki uzaklığı her adımda kısaltıyordu. Yol kısaldıkça boyu uzuyor, devleşiyor, üzerime yıkılıp beni ezecekmiş gibi hissettiriyordu.
"Allah'ım yardım et!" düşmemek için sarıldığım ağaç gövdeleri bileklerimden ellerime yaralı yollar açtı. Yanan avuç içlerimde biriken kan hızla çarpan kalbimden damlıyordu. İlk defa geleceği düşünmüyordum, ilk defa geçmiş hatalarımı düşünmüyordum, ilk defa bulunduğum zaman içindeydim. Geçmişi düşünüp sevinçlerini suç sayan insanı korkularıyla eğitiyordu hayat. Böyle acımasızca öğretiyordu; geçmiş düş, gelecek hayalden ibaretken elinde yalnızca bu anın olduğunu. Korkumla yapayalnızdım. "Allah'ım yardım et!"
Birbirine dolaşan bacaklarım taş yola güçlükle bastı. İki yana uzanan ağaçlar üzerime üzerime geliyordu. Düşe kalka devam ettim. Nefesim kesilmek üzereydi, bacaklarım gücünü kaybetmişti. Arkamdan gelmediğini görünce hepten telaşlanıp önümü kesmesinden korktum. Ağaçlardan uzaklaşmış, yolun orta yerinde sekiyordum. Kesilen nefesim, kararan gözlerim ayaklarım altındaki yolu yerinden oynatıyordu. Ne bir adım ileri gidebiliyor, ne kaçabiliyordum sanki olduğum yerde çırpınıp duruyordum. Karşımdaki ağaçlar birken iki oldu, kökleri topraktan kurtulmuş etrafımda dönüyordu. Aralarından çıkıp gelen iki at birbirine kavuştu, iki iken bire düştü. Önümde başı sola savrulan atın üzerinden atlayan adam omuzlarımdan tuttu. Aceleci sesi geriden geliyordu.
"Asude..."
Omuzlarımdan düşen kollarını ensesine götürdü, bir iki adım geriledi. Uzun kirpiklerinin arkasındaki ela gözleri kanlanmıştı. O ormanın içinde göz göze gelmek istediğim ilk ve son kişiydi. Beni kurtarabilecek, aynı zamanda mahvedebilecek tek kişi...
Kanlı yüzümü izledi. "Hayır!..." çıplak omuzlarıma çarptı gözleri.. "Hayır..." bacaklarımdan sızan kanı gören yüzünü elleri ile kapattı. Arkasını döndü, gitmek istedi, vazgeçti. Yumruğunu ısırıyor, yüzü gittikçe kızarıyordu. Titreyen ellerim, atın üzerindeki yuları buldu, ona doğru uzattım. Gözleri yulardan ziyade titreyen ellerimi görüyordu. Kanlı toprak kaplı ellerimi. Arkamdaki bir noktaya saplanan gözlerini izledim, Tarık ağaçların taş yolla buluştuğu noktadan bize bakıyordu. Yuları aceleyle salladım, oradan gitmek istiyordum. Cehenneme açılan bir kapı olsa, düşünmeksizin içine girecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...