"Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize. "H. Nihal ATSIZ
Akan gözyaşımı elimdeki mendile silerken kendime bir söz verdim. Bana dokunacak el Arslan'dan başkasına ait olmayacaktı. Göğsümde sakladığım düğümün üzerine koydum elimi. Bu düğüm kadınlığımın değil, içimde sakladığım duyguların da kilidiydi. Timur, aklında kim bilir hangi tilkilerle bir hayat oyunu oynuyordu. Hayalinde ne varsa hayal olarak kalacaktı.
O gün bir gerçek, tam şakağından vurulup kanlar içinde yere yığıldığında, Timur'dan kurtulma umudum ateşler içinde bir nakış gibi yanıp kül olmuştu. Yaşamak için üç sebebim kalmıştı geriye: Karnımdaki bebe, gönlümdeki adam ve biricik kardeşim Süleyman. Eğer Andaç'ın anlattıkları doğru ise Süleyman... Andaç oğlu Süleyman Timur'un elindeydi ve bunu öğrenmesi an meselesiydi. Ben Arslan'ın yanında oldukça hem Süleyman, hem Arslan hem de karnımdaki günahsız tehlikede olacaktı. Arslan gerçekleri bilseydi, ona anlatabilseydim bana yardım ederdi muhakkak. Lakin artık bütün gerçekler kardeşinin öldürdüğü, üstelik onun yüzünden öldürdüğü gerçekler boynuna urgandı. Bütün yükler omzunda bir ben kalmıştım. Timur'dan kurtulabilecek, onu yok edecek bir ben... Koynunda beslediği yılan olacaktım!
"Hoş geldin..." dedi eceline. Başımı aşağı indirdim. "Eşkıya'dan nasıl kurtuldun?"
Eşkıya... Arslan... Babasının mahlasını üstlenmişti. Nasıl da birilerinin ağzında değişiyordu kimliğimiz.
Sesimi ona bahşetmenin tereddütünü yaşadıktan sonra konuştum. "Vurdum onu." Bizi dinleyen atlılar kendi aralarında konuşmaya başladı. Timur'un atının burnundan solumasıyla sustular.
"Nerede? Göster bize." Deyince yüreğim ağzıma geliverdi.
"Attım!" dedim "Attım nehire."
Timur kuşkuyla bakyı yüzüme. Yakınlarda bir nehir olmadığını nereden bilecektim. Adamlarına seslendi. "Kara!"
Atlıların en önünde olan yüzünü döndü. Adını defalarca duyduğum cellat piçiydi bu. Korkunç, yara dolu yüzü, iri omuzları, kalın pazularıyla insanda ölme isteği uyandırıyordu. Efendisinin yanına geldi. Yüzünde, beni efendisinden önce bulamamanın mahcubiyeti saklıydı.Timur, kaskatı çenesini oynatmakta zorlanarak kinle konuştu. "Benden önce bul onu! Ölüsünü, dirisini!"
Kara, başıyla kabul etti görevi ve vakit kaybetmeden atını koşturdu. Yüzüme düşen yağmur damlası gözyaşımın yanına aktı. Timur, hala arkası dönük adamlarına göz attıktan sonra yalnız benim duyabileceğim şekilde hala sıktığı dişleri arasından mırıldandı.
"Oyun.. Bitti!"
Yüzüne her an tükürecek gibi baktım. "Benden sana fayda yok ! Bunu bil... "
"Ona ben karar vereceğim. " başını ileri salladı. "Düş önüme! "
Atlıların başına geçerek, Timur'un yanında soğuktan titreyerek ilerledim. Başlarını bir an olsun kaldırmayan adamlar Timur'un parmağını kaldırmasından dahi emir alıyordu. Havaya kalkan eli ile atlar durdu ve tekrar arkasını döndü. "Attan in. " sözüne karşı gelecek takatim olmadığı için atladım aşağıya. Yanıma inerek, sırtındaki kürkü omuzlarıma astı. Kulağıma eğildi sesi yumuşamıştı. "Seni dağlarda it gibi üşüten bir haydut için bana sesini yükseltme!"
"O haydut değil.." diye mırıldandım.
Çenemi avuçlarına aldı. Canımı yakmamak için kendini zorluyordu. Elleri titredi. Gözlerimin içine, koyu kahverengi gözleriyle uzun uzun baktı. Yüzümü inceledi. "Ölü bir haydut ! " deyince içim derinden ağrıdı. Yolun geri kalanını Timur'un atının terkisinde gittim. Etrafımda ateşler yanmaya başlasa, zebaniler dans ederek dolaşsa içinde bulunduğum cehennemi daha az yadırgardım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...