"Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz."
Aylak Adam- Yusuf Atılgan .
Yola çıkmamızın üzerinden bir gün geçmemişti, mavi peçeli bir kaç atlının bizden tarafa geldiğini gördük. Onlar henüz bizi görmemişti ki Arslan yönümüzü değiştirip oradan uzaklaştı. Geniş bir ağaç kovuğu önünde indirdi beni. Kovuğa sokarak orada beklememi, ondan başka biri gelecek olursa ortaya çıkmamamı söyledi ve gitti. Ben bir şeyleri idrak edemeden iki el silah sesi duyuldu. Korkuyla sıçradım, her uzvumda hissediyordum bu korkuyu, en çok kalbimde. İnsan kalbi en çok korkuya duyarlı; en başta kaybetme korkusu. Ölüm korkusu hayatı kaybetmekten geliyor, ayrılık korkusu sevgiliyi kaybetmekten, düşme korkusu dengeni kaybetmekten... Ben de korkmuştum işte, yolumu kaybetmekten. Sanki Arslan benim doğru yolda ilerlemek için tek şansımdı artık, hayır sanki değil, öyleydi.
Buraya doğru son sürat gelen nal sesini duyunca saklandım, nefesimi tuttum. Atın siyah tüylerini görünce üstündekine bakmadan attım kendimi dışarı. Arslan yoktu üzerinde, o mavi peçelilerden biriydi. Beni görünce yavaşladı. Mavi gözleri, parlak sarı saçları vardı; gençti, benim kadar genç ama toy değil. Hızla atladı atın üzerinden, geriledim. Beni korkutmamak için durdu, yavaş hareketlerle yaklaştı yanıma.
"Merak etme, sana zarar vermeyeceğim."
Bir adım daha attı.
"Korkma, seni kurtarmaya geldim."
Bir adım daha.
"Benden kaçmana gerek yok."
Bir adım daha... İşe yaradı, artık geri adım atmıyordum. Güven duymaya ihtiyacım vardı ve bunun farkındaydı.
"Arslan nerede?" diye sordum. "N'aptın ona?"
"Gayet iyi, beni buraya o gönderdi." dedi, neden bilmiyorum -belki de beyaz yüzü sebebiyle- ona inandım. Atının arkasına binip diğer mavi peçelilerin yanına geldiğimizde Arslan'ı omzundan akan kanla bir taşın üzerinde oturur vaziyette gördüm. Atın üzerinde beni görünce gözleri sinirle kısıldı, o kovuktan çıkmamamı söylediğini hatırladım ama artık çok geçti. Telaşla atladım atın üzerinden, Arslan'la beraber beş kişilerdi ve hepsi bana bakıyordu. İçlerinden birinin de bacağından vurulmuş olduğunu gördüm, bu iki el ateşi açıklıyordu.
"Nerede buldun kızı?" diye sordu uzun boylu, kolunda yılan dövmesi olan adam. Elindeki silahı Arslan'a doğru tutuyordu.
"Kendi çıktı ortaya, yoksa fark edemezdim." diye yanıtladı atına bindiğim çocuk. Arslan bunu duyunca hepten kıstı gözlerini.
"Bana senin gönderdiğini söyledi!" kendimi savunmaya çalıştım ama oralı olmadı. Canı acıyordu her halinden belliydi , belli etmemek için kendini sıkması onu daha da zorluyordu.
"Ağzının tadını biliyorsun Arslan efendi." dövmeli adam beni süzerek söylemişti bunu. Kendimden utandım, niye bilmiyorum Arslan'ın yanına gidip oturdum. Halbuki hepsinden eşit derecede korkmam gerekirdi, belki de alıştığım için onun arkasına geçiyordum.
"Sıcacık bacakları var hatunun." arkasına oturduğum sarışın çocuk bunu sırıtarak söylemişti, hepsi gülmeye başlayınca Arslan elindeki silahı doğrulttu.
"Hala beş kurşunum var Sansar!" dövmeli adamın gülüşü soldu, demek adı Sansar'dı. Hayır, olsa olsa lakabıydı bu. Hiç konuşmayan, yaşı büyük olan kel adam araya girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
Ficção GeralGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...