"Dumanım külümden ayrı duruyor. "
Aşık Hüdai.
Asude :
Güneşi uyandırmadan ilerledik sokaklarda. Hangi sokağa girdiysek, birer birer söndü evlerin gaz lambaları. Perdeler çekildi suratımıza. Şehrin bizi uğurlar gibi bir hali vardı. Belki de küsüyordu bize ada, kovuyordu bizi de Arslan'ın gitmeye niyeti yoktu. Gidesi varsa da inadından gitmezdi. Bu karşı duruşlukla ancak 'gitme' dediğinizde göze alırdı yolları.
Sahil boyu ilerledik, dalgalar şiddetle vuruyordu kıyıya. Yıldızlar o kadar berraktı ki, başımı göğe kaldırıp izlemeye koyuldum. Başım, Arslan'ın boynuna düştü. Sakalları alnıma batıyordu. Saymaya başladım yıldızları, gözlerini de yıldızdan saymışım. Aya bakıyorum, birken iki oluyor. Biri kayboluyor, gülüşü kalıyor geriye.
"Boynun kopacak. " gülüşüne gülüşle doğruldum.
Ağaçların arasından geçtik, ay ışığının parlattığı yaprakları aştık bir bir. Baba oğul hiç ayrılmadan takip ettiler bizi. Ormana girdim sandığınız yerde koca bir boşluk karşılıyordu sizi. Etraf ağaçlarla kaplıydı, ufak bir patika yolla tekrar iniliyordu sahile. Tahtadan çitlerle çevrili kapıdan girdik. İçeride tek katlı, mavi boyalı, kapıları beyaz, beton bir ev karşıladı bizi. Beyaz bir çatısı vardı. Verandasında eski bir sedir, üzerinde işlemeli yastıklar. Genişti ev, oldukça büyüktü fakat bir konak demezdiniz.
Arkamızdaki baba oğula işaret verince bineğin üzerinden inerek eve girdiler.
"Kimin burası? " dedim hafifçe kafamı arkaya çevirerek. Yaşlı adam, gaz lambasını yakmış olacak ki bir ışık yükseldi icindiçinden.
"Baba yadigarı... " iç çekti. Hayretler içerisindeydim. Safiye Sultan'ın bahsettiği, arayıp bulamadığı evdi burası.
"Safiye Sultan bir konaktan bahsetmişti... " der demez sustum, küçümser görünmek istemiyordum.
Niyetimi anlayarak güldü. "İçinde sıcak yemek pişince gör bir de. " yuları bacaklarıma bastırdı. Eğildi kulağıma. "Bir kadın, bir yatak, bir de gece... Her yer konak oluverir Asude... "
"Anladım... " dedim kekeleyerek.Atladım attan, eve doğru giderken arkamdan "Anlamadın kızım. Anlamadın. " dediğini duymuştum.
Atı evin önündeki ağaca bağlayarak arkamdan geldi. Kapıdan girince beton dökülü, boş bir alan çıktı karşıma, karanlıktı ama duvara asılı baltalar ışıldıyordu. Soğuk yükseliyordu betondan. El yordamıyla ilerlerken başka bir kapı daha buldum. Tahta kapı gıcırdayarak açıldı. Arslan, arkamda bitiverdi ve açtığım kapıyı hızla kapattı. Sürgüsünü çekti, kolumdan yakaladı.
"Orası değil. " biraz daha sağa çekti beni, diğerinden daha hafif bir kapıya koydu ellerimi. İterek açtım, geçmesini bekledim. "Sen gir önce. " dedi. İçeri attığım adımları izleyerek.
Girişte sağ tarafta bir kapı daha vardı, bu sefer hiçbir yere dokunmadan ilerlemeye karar verdim. Ellerinde gaz lambasını yakmış bizi bekliyordu yaşlı adam ve küçük oğlu. Maviye boyalıydı duvarlar. Dümdüz ilerleyen koridorun sonunda iki tane yanyana lavabo görünüyordu. Sol tarafta iki ayrı kapı. Bu iki kapıyı ayıran geniş bir hol. Holün penceresinin önüne alelade bir sedir atmışlardı. Başka da bir şey yoktu doğrusu. Iki kapının arasındaki holde yürümeye başladım. Üzerinde işlemeli, besmele yazılı bir örtü asılıydı sol tarafta. Arslan'a döndüğümde gözü hala ayaklarımdaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...