"Ben sizden de değilim, diğerlerinden de; ben, ölüme dair yemin etmeyenlerden, tehdit savurmayanlardan, dinini ve ırkını aklının yerine koymayanlardanım. "
Anlatmak İçin Yaşamak - Gabriel Garcia Marquez.
Ellerimi önümde bağlayan adam beni atının terkisine bindirdi, ağır miktarda tütsü kokuyordu. Beş kişiydiler, iki de bağ evinin sahibi vardı. Bindikleri at Arslan'ın siyah atıydı. Onu kaçıp gittiği yerde bulmuş, yanlarına almışlardı anlaşılan. Arkamı dönüp ona baktım, elleri bağlı atının üzerindeydi, tek başınaydı fakat uzun bıraktıkları ipi kolculardan biri eline almıştı. Onu böyle göreceğimi düşünmezdim, utanmıştım ama niyeyse o her şey yolundaymışçasına rahattı. Bir ara gözlerini bana çevirip sert bir bakış attı ama neye kızdığını anlayamadım.
Akşama şehre gelmiştik. Burası bir zamanlar şehzade sancaklarından biriydi ama şimdilerde gösterisini yitirmiş, alelade bir şehir haline gelmişti. Kalabalık dahi değildi ki bizi görüp şaşırsınlar. Birkaç kişi dönüp ikinci kere baktı onlar da yanımızdaki adamlara selam vermek için.
Sonunda bizi parmaklıklar ardına hapsettiklerinde Arslan'la karşı karşıya olan hücremde oturmuş onu izliyordum. Başını kaldırdı, gözlerini üstüme dikti. Hala kızgın bakıyordu. O sıra yanımıza gelen adam masmavi gözleri ile arkasına bindiğim, atı kullanan kolcunun ta kendisiydi. Benden tarafa yönelince Arslan oturduğu betondan kalktı, parmaklıklara doğru yaklaşmaya başladı.
Beni izleyen mavi gözler anlamını kaybetmiş, temizliğini yitirmiş görünüyordu. Elleri ile iki demiri kavradı.
"Nasıldı yolculuk, rahat geldin mi ?" paçalarından şerefsizlik akıyordu.
Arslan'a kaydı gözüm. Tuttuğu parmaklıkları sıkıyordu. Adam ara vermeden konuşmasına devam etti. "Yaklaş bana... Seni buradan çıkarmamı ister misin ?" elini içeri uzattı. "Korkma kimse yok, herkes evine dağıldı. Bizim salak Niyazi de uyuyakaldı."
"Pişt !" Arslan, yaslandığı demirlerden adama seslenince, mavi gözlerini devirip arkasını döndü.
"Ne var ?" suratında umursamaz bir ifade vardı adamın.
"Benim esirime sarkıntılık ediyorsun şu an. " dedi ve güldü. Zoraki bir gülümsemeydi bu.
"Farkındaysan burada iki esir var onlar da sizlersiniz. " adam ikimizi işaret etti.
"Diyelim ki öyle. Esiri taciz ettiğini üstlerine söylersem ne olur biliyorsun..." bu sefer gerçekten gülümsüyordu. "Üstelik bu esirin saraya hediye olarak giden cariye olduğunu söylersem olacakları aklın alıyor mu ?" adam geriledi, yüz ifadesi donmuş, ukalalığı buhar olup uçmuştu. Bir bana bir Arslan'a baktı.
"Bu doğru olamaz! Bir eşkıyanın ne işi olur sarayla ? "
Arslan'ın suratı düşüverdi, yumruklarını sıktığını gördüm fakat çabuk toplandı.
"Tabi ki doğru değil sik beyinli ! Ama bunu benden başkası bilemez anladın mı beni ?" sesini yükseltse de kontrolü tekrar sağlamıştı. Adam tam hızlı adımlarla gidiyordu ki tekrar seslendi.
"Hey nereye gidiyorsun ? Tütün kutumu getirirsen bütün yaşananları unuturuz. Biraz stresliyim, ihtiyacım var. "
Adam yavaşladı , arkasını döndü "Hayır. Beni tehdit edemezsin !" tekrar gideceği sıra Arslan bağırdı.
"Tehdit değil adamım teklif ! Eğer sigaramı getirirsen bu gece kızı alırsın, ben de hiçbir şey olmamış gibi arkamı döner sigaramı içerim." adam durmadan çıktı koridordan, bense parmaklıklara yapışıp sorar gözlerle baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...