" En büyük ordu Leyla'nın gözleri. "
Sezai Karakoç.
"Konuşmayacak mısın? " diyerek benimle göz göze gelmeye çalışan kızın ismi Asena'ydı. Diğerlerine göre iri sayılabilecek badem gözleri, ince dudakları, dağınık kaşlarıyla beyaz yüzünü tamamlıyordu. Daha önce mevzu bahis ettiğim, Arslan'ın tek bir bakışını gözleyen kızın ta kendisi...
" Ne konuşayım? Niçin konuşayım? Nasıl konuşayım? " yanıtım yeterince ters ve fevriydi.
"Seni isteyen o altı erkek var ya. Obanın en saygın en güçlüleri. Talihlisin fakat surat asıyorsun. "
"Hakkımda ne biliyorsun da konuşuyorsun? Üzerinde pazarlık edilmesine meraklıysan durma koş, yerime seni sahiplensinler. " bu sözlerimin hemen ardından içimde tepinmeye başlayan acı, Arslan'ın başkasına talip olma düşüncesinden kaynaklanıyordu. Buna dayanamazdım. Dayanamam dediğim çok şeye dayandım ama bu öncekilerden farklıydı. Arslan benim dünüm, bugünüm , yarınım olmuştu. Zamansız bir dünyada var olsaydık yaşanmışım, yaşadığım, yaşayacağım der, nefesimi hakkıyla içime çekerdim.
"Bir sınavdan geçmeleri gerek. Bu sayede kim bir aile beyi olmaya hazır, hangisi seni daha çok hak ediyor görmüş olacaksın. Aile kolay kurulup kolay bozulan bir oyun değil. Şimdi üzülsen bile ileride bu usule minnettar kalırsın. " saçlarımı okşayan elini iterek oturduğum yerden kalktım. Dün geceki taliplilerden sonra bana ayırdıkları bu çadırın önünde iki muhafız duruyor, erkeklerin çadırıma yaklaşmasını engelliyordu. Özellikle bana talip olanların çadır etrafında dahi dolaşması yasaktı.
Arslan'ı bir gün aradan sonra, bu gece görecektim. Üzerimdeki temiz, deri kıyafetlerin ağır bir kokusu vardı ve hafif giysilere alışan bedenim zorlanıyordu. Kızın sımsıkı ördüğü saçlarım diplerinden kopacak gibi acıyordu. Birlikte dışarı çıkarak Bey'in çadırının önünde kalabalığı selamladık ve benim için ayırdıkları yüksekçe mindere oturdum.
Bey, gerçek kızıymışım gibi öylesine içten ve cömert davranıyordu ki ona kızmam zorlaşıyordu. Kendimi, içimde büyüyen sevgiye karşı koymaya verdim. Elimden yalnızca bu kadarı geliyordu. İnsanoğlu bunu pek beceremez, bilirsiniz. Ne meyillidir sevmeye...
Bey, oturduğu tahta koltuğun üzerinde iri bedenini dikleştirdi. Yavaş hareketleri onun tıknaz, uyuşuk birisi olduğunu düşünmenizi sağlardı ama aklı eren herkes bunun yanıltıcı olduğunu bilir. Sağ elini havaya kaldırıp pek soğuk bir tavırla işaret verdiğinde, içinde Arslan'ın da bulunduğu altı kişi öne çıktı. Arslan, ellerini arkasında bağlamış, hepsinden bir adım önde duruyordu.
"Neden diğerlerinden de öndesin? " dedi Oba Bey'i.
"Çünkü o kızı ben korudum, kolladım, buraya kadar getirdim. Ben önde olmayacağım da kim olacak ? " diye sordu, başını asi bir tavırla kaldırarak.
"Eşitliğe inanmıyor musun Arslan? " diyen Bey'in burun delikleri kabarmıştı.
"Bugün değil... "
"Adalete karşı geliyorsun ! "
"Adaleti sağlıyorum! Adaletin eşitlikle işi olmaz. Hak edeni hak ettiği yere koyduğunuzda adil olursunuz. Bunu size ben öğretecek değilim... " son cümlesi Bey'in elini kolunu bağlamış, kendi ilkesi ile çelişkiye düşme tehlikesi ile burun buruna gelmişti. Kuru, yapay bir öksürüğü yumruğunun içine atıp, Arslan'ın hemen yanındaki adama döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...