BÖLÜM 32 : KAR

24.3K 1.5K 663
                                    


Merhaba Eşkıya Ailesi.

Malumumuz, bugün yılbaşı. Bilemiyorum, zaman ne anlar yıllardan. Dilerim , yarın, geri kalan hayatınızın en güzel günlerine gebedir. Bugünün(dün) benim için bir önemi daha var. 31 Aralık, Eşkıya'nın doğu günü. Evet, Arslan'ın, Asude'nin daha nicesinin sancıları geçtiğimiz sene bugün çekildi. Bir yılı birlikte tamamladık, buralara kadar geldik. İyi , kötü ne yaşandıysa bu camiada kıymetli anılar olarak kalacak.

Velhasıl kelam;

YENİ YAŞIMIZ HAYROLSUN.

|Sitaare.

"Söylemeye gerek var mı şimdi?
Yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni. "
Birhan Keskin.

Asude :

Taneleri ile bedenimi kaplayan kar, mantomun omuzlarını işgal etmişti. Beynimi kuşatan kuşku ve korku ordularının taarruzunu püskürtmek istercesine sırtımı sivazlayarak beni teselli ediyordu. Doğada safi bulunan her element tanrının eli değilse, beni okşayan bu kuvvetli hisler kimin parmak uçlarından kopup geliyordu ? Tanrı'nın kelamını hangi ordunun kılıcı kesebilirdi ? Onunla savaşmaya kalkışmak ne beyhude çabaydı. Kar, Tanrının ordusuydu. Ve kılıcını hangi yönden salladığını savaş bitmeden anlamanız gerekirdi.

Size durmaksızın ellerimi anlatmak, ellerimden dem vurmak arzum her söze "ellerimle" başlama düşüncem birçok ayrıntıyı gözünüzden sakınmama sebep oluyor. Ellerim... Ellerimden bir sonraki söz edisimde bu gizi ortadan kaldıracağım. Şimdilik bu eller, sizin için, sizinkilerden farksız, üstündeki eğeri sıkıca tutmuş on parmaktan ibarettir. Oysa her el, kendi yazgısını taşır. Göreceksiniz...

Eğere sıkıca tuttuğumu ifşa ettiğim ellerim, soğuktan kızarmıştı. Atın yularını tutan eller, önümde duran geniş omuzların vardığı yolun sonundaki eller ve o ellere sahip baş ve başın iki köşesinde duran gözler ve ne ses etsem duyan kulaklar beni tetikte tutarken, oracıkta duran ağız mecbur kalmadıkça kendinden söz etmemeye yeminli. "Ye ! İç! İn! Bin ! " demekten başka bir de ara sıra "Kara ! " der durur. "Kara seni aldığında bu toprakların sayılı varsillarindan olacağım! " , "Kara, benim hayatımın mihenk taşıdır! ", "Ve sen, güzel hatun. Bu yüzü taşımakla nice hazineyi sırtladın bilebilsen.. "

Bu yüzü taşımak üzerine, nice kağanların ardından yazılmışları kıskandıracak bir ağıt bırakacağım ardımda fakat bunu yalnızca bir yüzün talihsizliğine ortak ettiğim sizler anlayacak. Yazık. Birileri şahit olmadıkça şanına erişemeyen kahırlara ne yazık.. İnsan, yaşamına birinin nazarı değmedikçe yaşadım saymasın.

İşte bu adam da, benim hikayemin orta yerine düşerek kendi hayatına birkaç şahit toplama şansına erişti. Oysa ne Timur'u bilir, ne Arslan'ı, ne Asude'yi. Sorsan, bilirim elbet ! der. Oysa onun bilmek sandığı, duymaktır, görmektir, bunlarla yetinmektir yalnızca. Yusuf da Zuleyha'yı bildim sanmaz mı? Ama Zuleyha'yı bilmek neye yarar, yangınında yanmadıkça ?

Beylik laflar ediyorum yine, affedin. İnsan umutsuzluğa düştüğünde işte böyle bilmiş kesilir. Her şeyi gördüm de düştüm dibe, dercesine. Keşke Umut yanımda olsaydı. Keşke Umut, Aslan'la gitmeseydi de umutsuzluğa düşen Arslan olsaydı. O baş ederdi bununla. Hiç değilse peşimden gelme cesaretini yitirirdi, umutsuzca. Ama ben, yaşama cesaretimi yitiriyordum gün be gün.

Hanlarda gecelediğimiz iki karanlığı aydınlığa kavuşturana kadar çok çektim. Bunca zaman gördüklerim beni tetikte tutuyordu. Bu haydutun bana yan gözle bakmak gibi bir niyeti olmadığını anladığımda rahatlamıştım. Tek düşündüğü kese dolusu altındı. Gözünü para hırsı bürümüş, bütün hislerini bu hırs uğruna heba etmiş biçarenin tekiydi. Heybesindeki altınları her gece kuruşu kuruşuna sayıyor, fazladan tek akça harcamamak için türlü şaklabanlıklara girişiyordu. Her yerde muhakkak tanıdığı bir meymenetsiz vardı. Şehrin köşe başlarına tünemiş bütün dilencilerle ahbaptı. Kimisinin yemeğine, kimisinin suyuna ortak olan bu adamın ismini öğrenememiştim ve bundan gurur duyuyordum. Hikayemde varlığını isimlendirmek istemiyordum. Yine de onu daha önce gördüğüme kendi ismim kadar emindim.

EŞKIYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin