Merhabalar Eşkıya ailesi. Bunca zaman beni bekleyen herkese teşekkür ederim. İlk sınavların stresinden kurtulup tekrar soluğu yanınızda alabildim. Yanımda olup, anlayış gösteren herkese teşekkür ederim. Keyifli okumalar."Bir dünya ki haklı haksız karışmış
Boşa koysam dolmaz, dolusu alır mı? "
Asude :Hayatımın onlarca yılını geride bırakıyordum ve bana öğretilenlerin yapmak istediklerimle aynı olmadığını öğrendim. Ve ben kendi arzularımın değil başkalarının öğretilerinin gölgesinde sürdürmüştüm yaşamımı. Onların istediği gibi bakıyor, istedikleri gibi konuşuyor, yiyor, içiyor ve konuşmuyordum. Yasaklarına boyun eğiyor, hoş gördüklerine uyuyordum. Sorgulamamıştım onları. Böyle oluyorsa, olması gerektiği içindir diye avuttum kendimi. "Neden?" sorusunu zihnimden sildirmiştim. Ayıptı bu soruyu sormak. Söylemeyi denesem, dönmezdi dilim.
Arslan ise aynadaki aksimdi. İstediğince yaşayan, istediğince konuşan, yürüyen, koşan, yiyen, içen bir akis. Ömrünü akbabalara yedirmemeye yeminli. İmreniyordum ona. İlk başlarda bunu erkek oluşuna veriyordum. O erkekti, yapardı. Zamanla Arslan'ın erkek olduğunun hiç de ayrımına varmadığını anladım. O insandı ve bu dünyaya gönderilmişti. Dünyada var olduğunu dolu dolu hissetmekle beraber, günü geldiğinde ayrılacak, faniliğine veda edecek olmak onu sıkıntıya düşürmüyordu. Aksine, ölecek olması onu rahatlatıyordu. Bundandı biricik ömrünü başkalarının yaşamasına izin vermeyişi.
Çarşının göbeğinde, minik dükkanın önünde ince, uzun sopası ile yere serdiği yünleri döverken tanıdım Yorgancı Hüseyin'i. Kaşları ve sakalları da önündeki yünler gibi tiftik tiftik olmuştu. Yaptığı iş insanın suretine yansır der büyükler, haklılarmış. Mesleğini pek sevmediği gözlerinden okunuyordu. Torbaları dolu dolu olmuş gözlerini yünlerden ayırmadan konuşuyordu Arslan ile.
"Senin o kaypak dayından banane? Bekçisi miyim ben onun?"
Arslan'ın "Uzun yoldan geldim Seyin Efendi, gördümse gördüm de. Senin kara suratını gözetmeye gelmedim ben buraya!" sözleri ile sopasına yüklenerek ayağa kalktı. İnce çıtayı havada sallayarak küfürler etmeye başladı.
"Densiz haydut! Ataş almaya mı geldin puşt herif! Bir kere gelip öptün mü elimi hayırsızın dölü!"
Arslan üzerimden kaçırdığı bıkkın bakışlarını adamın ayaklarına indirdi. "Canlandı pezevenk..." mırıldanışını duydum.
"Duydum ulan! Dayındır pezevenk!"
"Ağzından bir hayır dua çıksın be adam! Bir ayağın çukurda ağzında besmele yok!" diye söylendi Arslan. Onu ilk kez bir büyüğüyle böyle konuşurken görüyor, şaşkınlıkla izliyordum.
"Hassiktir oradan! Senden mi öğreneceğim besmeleyi!"
Ve nice küfür eşliğinde girdi dükkana. Arslan kaskatı olmuş suratını suratıma dikti. "Ne bakıyorsun? Yürü gidelim buradan!"
Öfkesini suratımda hissedince daha fazla sinirlenmesine müsaade etmeden arkama dahi bakmadan düştüm önüne. Arkamdan büyük adımlarla yürüyor, burnundan solurken bir yandan söyleniyordu. "Leş herif! Yatacak yerin yok, huysuz ihtiyar! Bir daha sana gelenin... " sustu. Gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.
Kalacak bir han buluncaya dek dinmedi Arslan'ın kini. Bir testi şarabı midesine, tütünün zehrini ciğerlerine doldurunca ancak keyfi yerine gelmişti. Şimdi de hancının yalakalıklarına burun kıvırıyordu. Etrafında dört dönen hancı Arslan'ın ensesinden ayrılmıyordu. Handa bizden başka üç tane pala bıyıklı, iri kıyım adam ve bir de köşede oturan yol yorgunu karı koca vardı. Yüksek sesle kahkaha atan adamların sesleri boşlukta yankı buluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...