BÖLÜM 25 : UMUT

37.6K 2K 322
                                    

"Acı mühim değil , umut yoruyor insanı. "

Ece Temelkuran.

ASUDE :

İnsanın tükenmiş, yaşama kuvvetini yitirmiş, tahammül kudretini kaybetmiş hissetmesi için hakikaten bir şeylerin bitmiş, yok olmuş olması gerekmiyordu. Bilakis, bu yersiz, içi boş hissiyat hepsinden zordu. Bir sebep arıyordunuz, bir nedeni olmalıydı yalnızlığın, yoktu. Nedeni bulunsa, üstesinden gelinebilirdi. Öylesine sizi yoklayan hassasiyet aşılamaz bir yüktü, istemedikçe gitmeye razı edemiyordunuz.

Bu çaresizliğin üzerinizden kalkması halinde, hiçbir şey olmasa dahi mutlu olurdunuz. Sebep aramazdınız sevinç duymak için, sebepsiz hüzne tanık olan insan, sebepsiz zevkler edinirdi kendine. İsteğiyle, bile bile.

İşte bizim için de su yüzüne çıkış vakti gelmişti. Katran karası olan kalbimizin üstüne bulduğumuz çul çaput ne kadar neşe kaynağı varsa örtüyor, görmezden geliyorduk geçmişi. Değersiz, adi temelleri yıkmaya tek darbe yetecekti ama buna da aldırmıyor, tam anlamıyla bulunduğumuz anı yaşıyorduk. Mutlu olmak istiyorduk, mutluluğu ayağımıza getirmelerini beklemekten usanmış çalıp çırpıyorduk. Bir martı kanat çırpsa bizi alkışlıyordu artık, yağmur yağsa yalnız bizi ıslatıyor, şimşek çaksa gecemizi aydınlatıyor, bir canlı ölse bize yer açıyordu. Korkuyorduk. Kaybetmekten o kadar korkuyorduk ki, kazanmayı beklemeden zaferimizi ilan etmiştik. Biz bu savaştan çekilmiş, insanlardan bir adım geri gitmiştik. Onların dünyasında bize yer yoktu. Bizi birbirimize bırakmazlardı.

Arslan, hiçbir köye, hana, hamama girmemeye kararlıydı artık. Kimsesiz yollardan yürüyor, kuytularda geceliyorduk. Hayvanlar daha az tehlikeliydi insanlardan. Doğa, kucak açmış bir ana gibi bekliyordu bizi bıraktığımız yerde.

Gün yeni ağarmışken, dağın eteklerine inip bir ağacın gölgesinde oturup sıra sıra uzanan tarlaları izlemeye koyulmuştuk. Yaz gelmiş, başaklar başını eğmişti. Arslan'ın iyice kavrulan teni kararmış, gerdanının açıkta kalan yerleri kızarmıştı. Kuruydu dudakları, bütün gece susuz kalmıştık. Matarasındaki son suyu bana uzattı.

"Susamadım. " dilim damağıma yapışmış, kelimeyi güçlükle tamamlamıştım.

"Iç. " dedi. Kuruyan dudakları ayrılmıyordu birbirinden.

Yutkunarak aldım matarayı elinden. Dilimi bastırdığım delikten ağzıma bir damla su dahi kabul etmeden içmiş gibi yapıp geri uzattım. Eline alır almaz çattı kaşlarını, matarayı sallayarak tarttı suyu. Kızgın bir ifadeyle baktı yüzüme. Bütün suyu başımdan aşağı döktüğünde ziyan olan suya içim gitmişti. Başımdan boşalan suyla biraz olsun kendime gelsem de, ne benim mızırdanmaya takatim vardı, ne onun fazladan cümle kurmaya. Dudaklarıma yapışan suyu emdim.

Tepenin aşağısından gelen çan sesleri, bir sürünün geçtiğini haber veriyordu bize. Ayağa kalkan Arslan, yamaçtan aşağıya doğru yürümeye başladığında, yukarıya doğru nefes nefese tırmanan orta yaşlı, kısa boylu, tıknaz bir adam göründü. Arslan, arkasına bakıp göz teması kurdu benimle. Bir şey istiyordu benden fakat hiç mecalim yoktu anlamaya ve uygulamaya.

Elini alnına siper eden adam Arslan'a gülümsedi. Orta noktada buluşup selamlaştılar. Benim bulunduğum bölgeyi işaret ederek bir şeyler söylüyordu adam, beni görünce duraksadı, arkasına baktı. Gidecekken omzundan tuttu Arslan, ikisi birlikte yanıma yürüdüler. Ellerini arkasında kavuşturmuş gülümsüyordu adam. Sesleri yaklaştıkça netleşti.

"Aşağısı hep ev dolu, iniverseydiniz ya. Burada kalmışsınız iki başınıza. " diyordu adam.

"Bize ev lazım değil, bir akarsu lazım. " diye karşılık verdi Arslan.

EŞKIYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin