" acı geçiyor
acı geçiyor
acı elbette geçiyor
acı çekmiş olmak geçmiyor. "Kemal Varol.
Asude :
Arslan'ın gözlerinde gördüğüm isimsiz duygular, gözlerimin önünden öylesine hızlı akıp geçiyor ki, birbirini tamamlayan akışın bir madde halini alıp sol göğsüme saplandığını hissediyorum. Soluma, kalbimin de soluna. En kafir yanıma mıhlanan hislerimi hiçbir yüce duyguya sığınarak atamıyorum. Yolumu kaybetmekten o kadar çok korktum ve kendime o kadar çok yineledim ki, yanlışa düştüğümde yaşadığım ızdırap, yanlışı beklerken yaşadığım ızdırabı karşılamamıştı. Artık yanlışın yaşadıklarımda mı yahut zihnimde mi mayalandığını sorguluyordum. Dışımızda her bir olay olup biter ve yerini yeni olaylara bırakırdı, oysa biz zihnimizde sürdürürdük onları. Belki de yaşam kavramı yalnızca zihnimizdeydi, hayat parçalar bütünüydü ve bizdik bunları birleştirip süregelen bir hayat elde eden. Belki de bütün bunlar yaşanmıştı da biz... Biz...
"Bu dünya yaşandı Asude, biz yalnızca şahit olmaya geldik." Dedi Arslan, zihnimdekileri okumuş olmasından korktum.
Oba Bey'inin huzurunda Arslan'ı seçtiğimi söyleyeli bir namaz vakti geçmiş, akşam çökmüştü. Akşam çabuk çöker lakin Arslan ile beni bir çadıra koyduklarından beri sanıyordum ki yatsı okundu, doğmak bilmeyen sabahı bekliyorum. Şimdi yaslandığı sandığın önünde, karşımda bağdaş kurmuş bana anlatacaklarını dile döküyordu.
"O da ne demek?" dedim, bacaklarını çözüp sağ bacağını dikmesini izlerken.
"Ezelde izledik, gördük bütün olacakları demek. Şimdi işimiz bütün seçimlerimize, hatalarımıza, sevinçlerimize şahitlik etmek. Misal..." şarabından bir yudum aldı. "Kapat gözlerini." Dediğini yaptım, biraz da olsa çekinerek. "Kalü belayı düşün, herkes, tüm insanlık toplanmış bir yemin etmek üzere. Etrafında dilsiz, sözsüz insan kalabalığı..."
Başmı aşağı yukarı salladım.
"Ne görüyorsun?"
"Gök beyaz, toprak görünmüyor sayısız ayak yüzünden. İğne atsan yere düşmez..." hayal alemimde canlanan görüntüyü elimden geldiğince söylüyordum.
"İnsanlardan bahset bana."
"İnsanlar..." silüetleri izledim, inceledim, başkaca gelebilecek bir ayrıntı aradım her bir yüzde. "Yüzleri yok, karanlıklar. Birer gölge gibi ve o kadar çoklar ki bunca insanın sığabileceği bir mekan yok!"
"Mekansızlık..." dedi, sakinlikle. "Peki, devam et. Gök beyaz demiştin."
"Evet ne akşam kızılı, ne gün mavisi, ne gece karası... Bembeyaz, öylesine beyaz ki bu göğü yaratacak bir zaman bilmiyorum."
"Sonsuzluk..." dedi. "Devam et, ne hissediyorsun?" içtiği şarabın matarasında çalkalanma sesini duydum.
"Hiçbir şey..."
"Ve aslında her şey." Diye ekledi. "Şimdi biraz sol tarafına bak, insanları aş bir bir. Görmeye çalış, bir yüz tanımaya çalış."
Başımı hakikatte de sola çevirip dediğini yaptım. Yanımdaki ruhu izledim uzunca bir vakit, ne bir göz çizebildim ne bir bakış. Aştım, aştım, aştım. Sonunda hesaplayamadığım bir uzaklıkta, bunca eşitliğin içinde herkesten uzun, daha uzun bir ruha rastladım. Herkesle aynı noktaya, tam karşı istikamete dönüktü yüzü. Birden ne olduysa dönüverdi yüzü bana, gözlerini gördüm, ela gözlerini. Düz bir çizgiyi andıran ağzını, kemikli burnunu ve alnındaki yara izini. Yarası kanıyordu. Şakağından süzülen kan elmacık kemiğine kadar varmıştı. Çarpık gülüşü, usulca yayıldı yüzüne. Sol gözünü kırptığında şaşkınlığımı gizleyen neşem, kalp çarpıntımın gölgesinde kalmıştı. Birden bütün yüzlerin bana döndüğünü, ifadesiz simaların beni izlemeye başladığını fark ettim. Herkes göğsümü yırtmak üzere olan sesi hayretle dinliyor. Kainata ilk duygu tanesi, o dakika düşüyor. Aşk!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EŞKIYA
General FictionGece boyu izledim; Çadıra düşen gölgesini. Peçesini indirişini, Sigarayı yakışını.. Üfleyişini geceye.. Yer yer çadıra dönüp bakışını.. Nefes alıp verişini.. Gözlerinde hiç korku yoktu, deli cesareti okunuyordu yüzünün her köşesinden. Büyük kalabal...