KALBİN İKİ RENGİ 40. BÖLÜM (PART 1)
Kapıdan içeri girdiğinde gözüne ilk çarpan şey kocaman hantal bir masaydı. Büyük kare odanın tam ortasına yerleştirilmiş masanın üzerinde iki kadeh ve bir şişeden başka bir şey yoktu. Perdeler uzun pencerelerden içeriye ışık sızmasın diye sıkıca kapatılmıştı. Eskiden şık ve gösterişli olduğu belli olan bir avizede bulunan ampul tembel tembel yanıyor; ortamı tam olarak aydınlatmasa da loşluk veriyordu. Arada sırada bir cızırtıyla gücünü kaybetse bile henüz işi bitmiş değildi.
Masanın etrafında düzensiz bir biçimde birkaç tane kirli koltuk vardı. Çoğunun kılıfı yırtılmış, menteşeleri yerinden çıkmıştı. Sağda kırık dökük bir dolap gelişi güzel yarısı boş içki şişeleriyle doluyken diğerinde Poyraz'ın aşina olduğu işkence aletleri düzenli bir biçimde sıralanmıştı. Hepsinin temiz ve pırıl pırıl olması tam bir ironiydi.
Sidik, küf ve sigara dumanın ağır kokusu genzine dolduğunda bazı acımasız anıların yeniden gün yüzüne çıkıp üzerine bir çığ gibi gelmesine engel olamadı.
"Ben kimseye zarar vermedim. Neden bunu bana yapıyorsun?"
"Çünkü yapabiliyorum çocuk. Çünkü sen zayıfsın, ben güçlüyüm."
Malik kapıyı gören bir sandalyede ayaklarını masaya doğru uzatmış bir paşa edasıyla rahat bir biçimde oturuyordu. Öyle hiç de ölümü bekleyen bir havası yoktu. Sarı dişlerini ortaya çıkaran bir sırıtış eşliğinde elinde tuttuğu sigarasını tüttürüyordu.
Poyraz odaya girdiğinden beri gözleri onun üzerinde tembelce geziniyor, tıpkı yıllar önce onu ilk gördüğünde yaptığı gibi bakışlarıyla değerlendiriyordu. O zaman bu durum küçük Poyraz'ı tedirgin etmiş, bu adamın beyaza çalan gri gözlerindeki tekinsiz parıltı tüylerini ürpertmişti. Şimdi ise onun çelimsiz vücuduna bakarken eski yaralara dair hissettiği hiçbir şey yoktu.
Buna en çok Poyraz şaşırmıştı aslında. Bu adam onu kesmiş, canını yakmış, açlıkla kıvranmasına neden olmuş, vücudunda asla silinmeyecek izler bırakmıştı ama onun gözlerine bakarken tüm o acımasız anılar değerini yitirmiş gibiydi. Artık ne Poyraz zayıftı ne de Malik güçlü...
Poyraz'ı; kabuslarında ziyaret eden o korkunç iblisin artık üzerinde bir etkisi kalmamıştı. Sadece ondan, onun hatırlattığı kirli anılardan tiksiniyordu.
Karanlık, acımasız bir aurası vardı Malik'in. Gören herkesi bir adım geri çekilmeye iterdi bakışlarındaki korkutucu mahzenler. Yürüyüşü, bakışı, duruşu; her biri ruhunun ziftle kaplı olduğunu haykırır nitelikteydi. Ondan yayılan ürkütücü his adeta havaya sinerdi. Pis, yapış yapış, korkutucu...
Ondan korkmasa da tüm yaşlanmışlığıyla, bedenindeki eril gücü yitirmesine rağmen hala aynı çiğ bakışlara sahipti Malik.
Ama bu bakışların Poyraz'da da olduğu kesindi. Aynı tekinsiz his, aynı meydan okuyuş...
Adam Poyraz'ın gözlerinde aradığı şeyi bulmuş olacak ki bir kahkaha attı. İğrenç bir o kadar da alaycı bir kahkahaydı. Onu anıların korkunçluğuna itecek kadar güçlü olsa da Poyraz bunu umursamadı.
Yaşlı adam sigarasını yere atıp Poyraz'ı baştan ayağa süzdüğünde tek kaşını kaldırdı. Malik'in bedeni yılların ağırlığından etkilenmişti. Zaten kaslı bir adam değildi ama zaman onun çevik ve ince vücudunu biraz olsun yontmuştu.
"Seni iyi yetiştirmişim çocuk! Tam da olmanı istediğim adamsın." Sesi ise hiç değişmemişti. Tok, emreden ama asla taviz vermeyen baritonluğunu koruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİN İKİ RENGİ(DÜZENLENDİ)
General FictionBİR KADIN, İKİ AŞK... Biri kurtarıcı, öbürü yakıcı. Biri ateş, öbürü su. Biri yara, öbürü derman; İKİ ADAM. KALBİM SÖYLE. Hangisi gerçek, hangisi yalan? RUHUM KONUŞ. Hangisi eksik parçam, bir olursa seninle çoğalacak olan? AKLIM hani sen hiç karış...