Bölüm 3|"İmparatoriçe'nin Sonu"

2.4K 556 257
                                    

O sırada Turhan, hızlı adımlarla kendi dairesine ilerliyordu. Bir yandan da, "Bu, nasıl bir gece böyle? Sabahı yok mu? Ne bitmez geçeymiş! Eğer evladıma bir şey olursa, bu sarayı başınıza yıkarım!" diye bağırıyordu.

Dairesine geldi ve tam kapıyı açacakken kapının içeriden kilitlendiğini anladı. Belli ki içeride Büyük Valide Kösem'in bahsettiği Kalender Ağa vardı. Hain, evladının canını almak için içerideydi!
"Açın, açın kapıyı! Evladım içeride, açın! Yalvarırım, evladıma bir şey yapma! Ne istersen yaparım, Kösem sana ne bahşettiyse, fazlasını yaparım! O senin Padişahın, dokunma ona!"
Turhan, annelik içgüdüsüyle kapıya öyle yumruklar atıyor, öyle tekmeliyordu ki nedimelerinin gözleri doldu. Evladı öldürülmek üzereydi ve onun elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Kalender Ağa dairenin içinde, çocuk padişah Mehmed Han'ı arıyordu. Eğer onu öldürürse, Kösem onu yeniçeri ocağından alacak ve kubbe veziri yapacaktı. "Neredesin seni küçük velet? Buradasın biliyorum, haydi çık! Senin için acısız bir ölüm olacak!"
Dairenin dolabından bir tıkırtı geldi. Kalender, çocuğun dolabın içinde olduğunu anlayınca, dolaba tekme atarak kırdı ve içindeki çocuğu kaptığı gibi yere fırlattı.

"Bırak beni, bırak! Anne, yardım et! Öldürecek bu beni!"
Mehmed, yerde ağlıyordu. Kalender, çocuğu elindeki kılıçla öldürmek için kılıcı havaya kaldırırken dairenin dış kapısındaki Turhan, çığlıklarıyla sarayı inletiyordu.

Bu sırada Kösem, Berham'ın da kendisine ihanet ettiğini Turhan'dan öğrenince, yeniçerileri kışkırtıp sarayı basmalarını sağlamaları için yeni bir hizmetkârını görevlendirmişti. Hüseyin, emin adımlarla Yeniçeri Ocağı'na ilerliyordu. Yanında bir de kardeşi vardı.
"Bombayı hallettin mi kardeşim? Unutma, ben ocağa girdikten bir süre sonra, bombayı bombayı ocağın yakınına atacaksın. Zaten, küçük bir şey. Fazla zarar vermez. Aman dikkat et! İyi tuttur da ocağın içine düşmesin bomba!"
"Sen hiç merak etme, her şey Büyük Valide Kösem Sultanımızın emrettiği gibi hazır."

Hüseyin, Yeniçeri Ocağı'na girer girmez bağırmaya başladı. "Askerler! Askerler! Dinleyin, çabuk toplanın etrafıma! Felaket, sonunuz gelmek üzere!"
Askerlerden biri: "Sen de kimsin be adam? Ne diye girdin Ocağımıza?"
"Bombalatacak! Hepiniz öleceksiniz! Valide Turhan ve oğlu Padişah Mehmed Han, ocağınızı bombalatacak!"
"Doğru söylediğini nereden bilelim? Var git yoluna, gece gece asabımızı bozma!"
Tam o sırada, bir bomba sesi duyuldu. Bomba, Ocak'a çok yakın bir yerde patlamıştı.
"Gördünüz mü? Şimdi inandınız mı bana? İkinci bomba, Ocak'ın içine düşmeden buradan çıkın ve gidip intikamınızı alın derim! Siz Valide Turhan ve oğlu Padişah Mehmed Han'ı öldürmezseniz, onlar sizi öldürecek!"

Askerler, o sinir ve kargaşayla Hüseyin'in söylediklerine inandı ve sarayı basmak üzere ocaktan ayrıldılar.

GELİN VALİDE TURHAN'IN DAİRESİ
Adam, tam kılıçla çocuğa vuracaktı ki arkasından birisinin kendisine bıçak sapladığını farketti. Birinci, ikinci, üçüncü derken tam dokuz bıçak darbesiyle yere yığılmıştı. Onu bıçaklayan ise Turhan'ın oğlunu emanet ettiği hizmetkâr kalfaydı.
Kalfa, kapıyı açtı ve Turhan'ın içeriye girmesini sağladı.
"Oğlum, Mehmed'im! Şükürler olsun! Bir şeyin yok, değil mi? Korkma, artık ben yanındayım! Hiç kimse ayıramaz bizi! Hiç kimse evlat acısı çektiremez bana!"
Turhan, nedimelerine adamın cesedini kaldırmalarını emretti. Bu sırada, masasına geçti ve eline kağıt ile kalem aldı.

"Bu iş, çok uzadı! Bu sabah, Büyük Valide Kösem'in selası okunacak!" dedi ve kağıda şunları yazdı:
"Ben İbrahim Han'dan olma, Valide Turhan Sultan'dan doğma Mehmed Han. Nasıl ki bir tahtta iki padişah oturamaz ise, bir İmparatorlukta iki Valide Sultan olamaz. Bu nedenle, sizlere Büyük Valide Mahpeyker Kösem Sultan'ı ortadan kaldırmayı emrediyorum."

Turhan, mektubu hazırladı ve geriye tek bir şey kaldı. Oğlu Mehmed'e bu mektubu imzalatmak...
Mektubu, diğer mektuplarla karıştırdı ve oğluna, mektupları imzalamasını istedi. Mehmed, mektuplardan birinin büyük validesi Kösem için yazıldığını anlamadı ve bütün mektupları okumadan imzaladı.
Sonrasında Turhan, oğlunu uyuması için bir odaya gönderdi.
Turhan, sinsice arkasındaki kalfalara bakış atıp: "Sonunda kurtuluyoruz Rum cadısından! Nazlı! Hareme git ve haremden birkaç tane haremağası getir bana!" dedi.

SARAYA BASKIN
Askerler, açık bırakılan sarayın koltuk kapılarından saraya girdiler. Ellerinde kılıçları, önlerine kim denk geldiyse hepsinin kellesini uçurdular.
Haremde, büyük bir kargaşa vardı. Herkes bir tarafa kaçışıyor, canını kurtarmaya çalışıyordu.
"Haydi kızlar! Herkes, mahzenlere inecek! Askerler, sarayı altüst ediyor! Canını seven, mahzenlere insin!"
"Kolyem, kolyem kaybolmuş. Onu bulmam lazım."
"Yahu hatun! Sarayı basmışlar, hepimizi kılıçtan geçirecekler diyorum, sen, kolyem diyorsun! İn mahzene de, canını kurtar!"

Tam haremden çıkmak üzereydiler ki, askerler hareme vardı. O an öyle kanlar döküldü, öyle kelleler uçtu ki Topkapı Sarayı, ilk defa böyle bir isyana şahit oldu. Askerler, haremde kim varsa herkesi katletti. Saray, hatunların çığlıklarıyla inledi o gece. 2 Eylül 1651 gecesi... O gece, tarihin karanlık sayfalarına unutulmayacak bir gece olarak geçti.

SABAH EZANINA DOĞRU
Günün ilk ışıkları, Gelin Valide Turhan'ın dairesini aydınlatmaya başlamıştı. Askerler sarayı altüst ediyor, sarayda kim varsa katlediyordu. Turhan dairesinin kapılarını kilitlemiş, kapıya da yirmi tane baltacı dikmişti tedbir için. Onun için saray yıkılmış umrumda mıydı? Tek düşündüğü kayınvalidesi Kösem'in ölmüş olmasıydı.
Turhan, haremağalarına mektubu çoktan okutmuş ve Kösem'in dairesini basıp, onu öldürmeleri için gerekli emri bizzat kendisi vermişti. Şimdi ise, kayınvalidesinin ölüm haberini bekliyordu.

BÜYÜK VALİDE KÖSEM'İN DAİRESİ
"İdris, sen misin?"
"Benim sultanım."
"Niçin kapıda bekliyorsun? Sesler geliyor, yanındakiler kim?"
Kösem, cevap alamadı. Biraz düşündükten sonra kapıdakinin İdris olmadığını anladı ve dairesindeki bir odaya saklandı.
"Değil! İdris değil bu! Olamaz!" diye geçirdi içinden.

Haremağaları, kapıyı kilitli bulunca kapıyı kırmak için yüklendiler. Uzun bir uğraştan sonra, kapıyı kırmayı başardılar ve dairenin içine girdiler. Fakat dairede kimse yoktu.
"Neredesin Rum cadısı? Burada olduğunu biliyoruz. Vaden doldu. Gelinin Valide Turhan Sultan, seni cehenneme yollamamız için emir verdi. Bu sabah Güneş, senin için son kez doğdu. Haydi çıkıver nereye saklandıysan da, alalım bahşişlerimizi!"

Kösem, korkudan ne yapacağını şaşırdı. Haremağaları onu öldürmek için mi gelmişlerdi? Nasıl olurdu bu? Osmanlı İmparatorluğu'nun İmparatoriçesine böyle bir ölüm, nasıl reva görülürdü? Koskoca İmparatoriçe, gelinine mi yeniliyordu? Oysa Osmanlı'ya İmparatoriçe olabilmek için kaç kişinin kanını dökmüştü? Kaç kişiyi ezip geçmişti? Sayısını, kendisi bile bilmiyordu.

Her şey, bitmişti. Azrail'in nefesini teninde hissediyordu Kösem. Kanlı taht, sonunda ona da sadık kalmamıştı. Hayatında birçok şeye öncülük eden Kösem, ölümüyle bile bir ilke imza atacaktı. Zamanında saltanat naibesi olan, devleti bizzat yöneten ve kadın padişah olarak anılan Kösem, katledilecek ilk padişah validesi olarak yine tarihe geçecekti. Murad ve İbrahim Hanların validesi, Mehmed Han'ın büyük validesiydi o. Katledilecek olan, ilk ve tek padişah validesiydi.

"Alsınlar!" dedi içinden Kösem.
"Madem öyle, alsınlar canımı! Zaten ilk kadın padişah olarak yazdırdım tarihe adımı! Canımı alırlar lâkin ismimi silemezler! Tarihi yaşayan değil, tarihi yazan oldum! Tüm kadınların ruhu oldum! Hizmetçi kızdan, sultan yarattım ben!" diye içinden söylenirken, birden bir ses işitti.
"Çık dışarı, Büyük Valide Kösem! Oradasın, biliyorum! Çık da bitsin bu iş! Bir an evvel alayım canını!"

Kanlı İktidar: KösemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin