EYLÜL 1615
"Yeri göğü yaratan Allah'ın adıyla divan toplantısını açıyorum" diyerek o günkü divan toplantısını açtı Padişah Ahmed.Bir yandan devlet meseleleri görüşülürken, bir yandan da yağmur yağıyordu dışarıda. Sonbahar kapıyı çalmıştı artık. Ağaçlar, sıkıldığı yapraklarından kurtuluyor, yağmur damlaları yeryüzüne düşüyordu.
Sarayda da hayat, bir hayli durgundu. Bir nebze olsun sakinlik kurulmuş, entrikalara ara verilmişti. En azından Mahfiruz durmuştu, ya da durmuş gibi gözüküyordu. Mahfiruz'dan üst üste darbe alan Kösem, elini kana bulamamak için içindeki şeytanla savaşıyor, onu susturmaya çalışıyordu.
Çalışıyordu çalışmasına, lâkin başaramıyordu. Susmuyordu. İçindeki şeytan, bir türlü susmuyordu. Onu günaha, kan dökmeye itelemek istiyordu. Fakat Kösem, içindeki şeytana direniyordu. "İblis'in kızı Mahfiruz içindeki şeytanı dinliyor! Lâkin ben dinlemeyeceğim! Günahkâr olup elimi kana bulamayacağım!" diyordu, istikbâlde dökeceği kanları bilmeden.
"Rabbim, sizi yine bir zaferle ödüllendirecektir inşallah, Hünkârım. Sadrazam Öküz Kara Mehmed Paşa, İran Seferine çıkmıştı malumunuz üzere. İran'da zaferi almadan, zinhar geri dönmez Paşamız."
Halil Paşa'nın sesiyle, hayal dünyasından sıyrıldı Padişah. Bir hayli düşünceliydi o gün. Kösem'i düşünüyordu yine.Bir seneyi geçmişti Kösem'e dargın olalı. Dargınlığını bir türlü atamamıştı üzerinden. Gizli geçit yaptıran Kösem, onun gözünden düşmüştü aslında. Lâkin gözünden düşse de kalbinden düşmüyordu bir türlü. Ahmed, ne yaptıysa, ne ettiyse unutamıyordu Rum hasekisi Kösem'i. Son günlerde dargınlığa son vermeyi planlıyordu. Fakat kesin bir karara varmış değildi.
"Hünkârım?"
Yeniden Halil Paşa'nın sesini duymasıyla, toparlandı Ahmed.
"Öyle, öyle..." dedi ardından.
"Madem İran Seferine çıktı, o vakit zafersiz dönmek olmaz" dedi.Kısa bir süre sonra, Halil Paşa oluşan sessizliği bozdu.
"Hünkârım, bir mesele daha var."
"Neymiş o?"
"Bin altı yüz on üç yılında içki yasağı getirmiştiniz. En doğrusunu yapmıştınız. Nihayetinde sizin kararlarınız zinhar sorgulanmaz."
"Dök ağzındakini Paşa! Geveleyip durma! Hatun kısmına yaraşır senin bu yaptığın! Açık açık söyle, ne diyeceksen!"Yutkunduktan sonra devam etti Halil.
"Nasıl söylesem bilemiyorum, lâkin..."
"Bre Halil Paşa! Konuş demedik mi sana?"
"Hâlâ içki içenler, satanlar varmış. Kaçak bir şekilde içki içer, satarlarmış."Bunun üzerine hiddetlenen Padişah, bir anda ayağa kalktı.
"Sen ne dediğini farkında mısın Paşa? Kullarımız bizim emrimize itaat etmezler mi? Koyduğumuz yasağı mı çiğner olmuşlar?"
"Hâşâ Hünkârım, hâşâ..."Devamını getiremeden sözü kesildi Halil'in.
"Her kim bizim koyduğumuz yasağı çiğniyorsa acımadan kellesini vurun! Nihayetinde Yüce Allah, içkiyi haram kılmıştır! Bir İslam halifesi olarak bize düşen vazife, içkiyi yasaklatmak, yasağı çiğneyenlere gereken cezayı vermektir!" dedikten sonra, divan toplantısını bitirdi.MAHFİRUZ SULTAN'IN DAİRESİ
Aynı gün, uzun, dalgalı ve gür saçlarını sarkıtan Mahfiruz, dairesindeki altın işlemeli koltuğuna oturmuş, nedimelerine vücudunu ovalattırıyordu.Sağ eli bir nedimesinde, sol eli başka bir nedimesindeydi. Omuzlarını ve başını ovalayanlar ise koltuğun arka tarafındalardı. Başkalfası Azize ise, Sultanının yanıbaşındaydı.
Dairenin kapıları çalındı ansızın.
Mahfiruz'un "Gir!" diye seslendiğini duyan kapıdaki kalfa, usulca içeri girdi. Eğilip selam verdikten sonra Mahfiruz'a yaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı İktidar: Kösem
Historical FictionOn bir yaşında ailesinden koparılmasıyla hayatın acımasız olduğunu öğrendi Nasya. On beşindeyken Padişah'a çocuk verdi, oysa kendi çocuktu daha. Lâkin artık padişahın sevdalısı, Al-i Osman'ın Mahpeyker Kösem'i olmuştu o. Kösem olmak kolay değildi. V...