Bölüm 37|"Unutulmayan Beddua, Evlat Acısı"

507 32 26
                                    

"Hazır olun! Artık en heyecanlı bölümler geliyor!"
-----------------------------------------------------------
"Kimsin sen? Göster bana yüzünü!"

Kapkaranlık, uçsuz bucaksız bir yerdeydi Kösem. Kafasını sağa sola çevirince karanlığı iliklerinde hissediyordu âdeta.

"Ya Rab! Neresi burası? Yardım et bu aciz kuluna!" diye haykırıyordu.
Üstelik karşısında sırtı ona dönük bir adam vardı. Adamın bu karanlığın içinde görünmesi olacak şey değildi.

"Çevir yüzünü bana doğru! Kimsin diyorum sana!"
Biraz sonra, karanlığın içindeki adam kafasını Kösem'e doğru çevirmeye başladı. Bir yandan içinden dualar eden Kösem, bir yandan da adamın yüzünü merak ediyordu.

Nihayet adam yüzünü Kösem'e doğru döndü. İşte o an kalbinin atışı hızlanıverdi Kösem'in. Zira o adam, rahmetli Sultan Ahmed'in bizzat kendisiydi!

"Hünkârım... Siz..."
Dili tutulmuştu âdeta. Ne diyeceğini bilemez bir haldeydi.
"Sizin mübarek yüzünüzü gördüysem eğer, büyük bir sevap işlemişim demektir."

Sultan Ahmed'e doğru bir adım attı Kösem. Tam o sırada, Ahmed'in gözlerinde ateşler belirmeye başladı. Bu sahneyi evvelden yaşamıştı aslında Kösem. Ahmed ölmeden evvel, yine düşüne girmişti böyle Kösem'in. Âdeta felâket habercisi gibi ölümü haber etmişti ona. Peki ya şimdi? Şimdi neyi haber ediyordu öyleyse?

Yaklaştı Ahmed'e Kösem. Öyle ki çok yakınlardı artık birbirlerine.
"Sizin mübarek ellerinize dokunabilme şansına eriştim ya, daha ne isterim Rabbimden?" dediği sırada Ahmed'in eline dokunmaya davrandı. Ancak bu davranışı geri tepildi. Zira Ahmed, sert bir şekilde onun elini geri itti.

Ardından, dudaklarını kıpırdatıp dilindeki sözleri dökmeye başladı.
"Sen benim sevdiğim kadınım, Mahpeykerim değilsin."

İşte o an, âdeta yıkıldı Kösem. Kalbine inme iniyordu sanki. Çok geçmeden devam etti Ahmed zehir zemberek sözlerine.
"Senin ellerin kanlı! Hiçbir su temizleyemez artık elindeki kanı! Bulaştın! Kana bulaştın sen!"

Gözlerinden yaşlar akmaya başladı Kösem'in. Ahmed'in dilinden dökülen her söz, ciğerine işliyordu âdeta.
"Demeyin öyle Hünkârım! Yakmayın yüreğimi! Sizden bu sözleri işittim ya, günah olmasaydı vallaha alırdım canımı!"

Çok geçmeden cevap geldi Ahmed'ten.
"Bana verdiğin sözü unutma."
"Bağışlayın beni, hatırlayamadım size verdiğim sözü."

Artık yavaş yavaş kayboluyordu karanlığın içinden Ahmed. Kaybolurken de dilinden yine sözler dökülüyordu.
"Sözünü unutma. Osman'a zarar verme."
"Hâşâ! Ne haddime kendilerine zarar vermek?"
"Anasına kıyan, oğluna da kıyar. Mahfiruz'un canını alan, oğlu Osman'a da göz diker."
"Zinhar oğlunuza zarar vermeye yeltenmem!"
"Uyan gafletten Kösem! Kurtul içini kemiren Şeytandan!"

Artık yalnızca sesi duyuluyordu Ahmed'in. Cismi kaybolup gitmişti karanlığın arasında. Son sözü, "Kurtar kendini bu gafletten! Kurtaramazsan ölümler bitmek bilmeyecek!" oldu ki, bu son sözle Kösem, derin düşünden bir anda uyandı.

"Su! Su verin bana!" diye bağırdı birden.
Dairesinde nöbet tutan cariyeleri de bir koşuda su getiriverdiler ona.
Suyu içtikten hemen sonra cariyeleri çıkardı daireden.

Pencereye doğru yaklaştı ve dışarıya baktı sonrasında. Vakit, gecenin bir yarısıydı. Öylesine hayale dalıp düşünmeye başladı bir an. Ne kanlı bir gündü bugün! Ezeli düşmanı Mahfiruz'dan kurtulmuştu kurtulmasına, ancak vicdanında bir yerler sızlamaya başlamıştı nedense.

Düşündü. Mahfiruz'a hazırladığı suikast geldi aklına. Kim bilebilirdi ki bir Valide Sultanın böylesine kanlı bir suikaste kurban gideceği? Ama başarmıştı Kösem. Kadının işini bitirmişti. Zor da olsa yapmıştı bunu.

Kanlı İktidar: KösemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin