"Ölmüş! Padişahımız Efendimiz ölmüş!"
"Dilin kopsun! Öyle denir mi hiç? Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur Hünkârımız!"Haremde yankılanan çığlıklar, yürekleri perişan ediyordu âdeta. Cariyeler, bir o yana, bir bu yana koşuşturuyor, henüz yirmi yedi yaşında hayata gözlerini yuman Padişah Ahmed için ağlaşıyorlardı.
Kendi dairesinde öylece aynadaki yansımasına bakan Kösem ise, acısından dolayı etrafında olanları ne görüyor, ne işitiyordu.
Gözlerinin içine baktı bir an. Derin bir keder ve korku vardı gözlerinde. Ahmed ölmüştü. Peki ya, şimdi ne olacaktı? Tahta kim çıkacaktı? Osman mı? Yoksa Mustafa mı?
"Keşke kendi oğullarımdan birini çıkartabilme şansım olsaydı!" diye içlendi. Öyle ya, kendi oğlu Mehmed'in tahta çıkması mümkün değildi. Zira ondan büyük bir ağabeyi Osman, bir de amcası Mustafa vardı.
O vakit geriye tek bir yol kalıyordu. Mustafa'yı tahta çıkarmak! Evvelden karar vermişti zaten buna. Mustafa'nın validesi Halime ile de anlaşma yapmıştı. Şimdi, kolları sıvamanın, işe başlamanın vaktiydi.
"Güçlü dur!" dedi gözlerinin içine bakarak. "Şimdi ağlamanın sırası değil! Bir an evvel Mustafa'yı tahta oturt! Unutma ki, Osman tahta çıkarsa senin ve oğullarının sonu gelir! O Çerkes yılanı Mahfiruz, Valide Sultan olursa ne seni ne de oğullarını yaşatır!"
"Zümrüt!" diye bağırdı ardından. Sesinde kesin bir karar, eminlik vardı.
"Emredin Sultan Hanımım."
"Sürgün sarayındaki Halime Sultan'a haber gönderin! Tez varsın bu saraya!"Anlamıştı Zümrüt. Kösem, kararını kesin olarak vermişti. Mustafa'yı çıkartacaktı tahta.
"Şehzade Mustafa'nın tahta çıkması, Sultanımın ne işine yarar ki?" diye düşündü birden. Cevap bulamadı. Aslında Kösem'in, Osman'ın tahta çıkmasını engellemek istediğini anlayamadı.Sultan Ahmed'in ölüm haberinin Mahfiruz'a ulaşması da geç olmamıştı. Kadın, o malum haberi duyar duymaz, "Şükürler olsun! Güneş benim ve oğlum Osman için doğuyor nihayet! Hazırlan Osmanlı! Yeni Valide Sultanın geliyor! Valide Mahfiruz Sultan'ım artık ben!" diyerek içinden sevinç çığlıkları atmıştı.
Mahfiruz'un bu hâlini gören kalfaları ise, kendi aralarında fısıldaşmakta geç kalmamışlardı.
"Utanmasa, Hünkârımız vefat etti diye şükür namazı kılacak."
"Onu bunu bırak da, Valide Sultan olur olmaz ne yapacak, bir hayli merak içindeyim."
"Ne mi yapacak? Yapacağı ilk iş, Kösem Sultan'ı bu saraydan sürmek olur. Allah vere de, Şeytan'a uyup da kadının canını almaya..."Sevincinden kendini kaybettiğini nihayet farkeden Mahfiruz, tavrını düzeltmişti sonradan.
"Padişahımız Sultan Ahmed'in vefatına pek üzüldük. Öyle ki, tarif edilemez bir acı içindeyiz. Lâkin devlette devamlılık esastır. Bundan mütevellit, taht sırası oğlumuz Şehzade Osman'ındır."Biraz sonra, gösterişli aynasının karşısına geçti. Duruşunu, bakışını, hareketlerini bir Valide Sultan'a yakışır şekilde yapmaya özen gösterdi.
Ardından, tekrar kalfalarına döndü.
"Varın gidin, oğlumuz Şehzade Osman'a söyleyin! Elimizi öpmeden, hayır duamızı almadan, Osmanlı tahtına cülus eylemek yakışı kalmaz. Biz, kendilerini burada bekleriz."Konuşma tarzı da değişmişti bir anda kadının. Âdeta gerçek bir Valide Sultan kimliğine bürünmeye başlamıştı. Lâkin bir eksiği vardı. Kösem'i hesaba hiç katmıyordu. O, burada sevincini yaşarken, Kösem, çoktan İncili Köşk'e gitmiş, Sadrazam ile görüşmeye başlamıştı.
"Her şey tamam mıdır Halil Paşa?"
"Tamamdır Kösem Sultanım. Ulema ile konuştum. Şehzade Mustafa'nın tahta geçmesinde bir sakınca yoktur."
"Alâ."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı İktidar: Kösem
Historical FictionOn bir yaşında ailesinden koparılmasıyla hayatın acımasız olduğunu öğrendi Nasya. On beşindeyken Padişah'a çocuk verdi, oysa kendi çocuktu daha. Lâkin artık padişahın sevdalısı, Al-i Osman'ın Mahpeyker Kösem'i olmuştu o. Kösem olmak kolay değildi. V...