Kösem'in dairesine giden uzun koridorda düşünceli gözlerle yürüyen Azize, bir yandan da içinden dert yanıyordu.
"Allah'ım! Nasıl yaparım ben? Nasıl zehirlerim el kadar bebeği? Mahfiruz! Gözü kararmış yılan kadın! Hırsları uğruna bir bebeğin canını istiyor!"
"Allah'ım! Ne yapayım? Yol göster bana! Bir kapı aç bana! Şehzade Murad'ı zehirlemezsem, benim canımı alacak! Ya Murad'ın canı, ya da benim canım!"Nihayet Kösem'in dairesine varan Azize, kapı ağasına sual etti.
"Kösem Sultanımız... Dairesindeler mi?"
"Hayrola Azize Kalfa?"
"Mahfiruz Sultan... Şehzade Murad'ın altınını gönderdi. Malum, yeni doğan şehzadeye altınını takmamak, yakışı kalmaz."
"Kösem Sultan, hâlâ harem eğlencesinde. Sen geç içeri! Altınını tak ve çık! Fazla oyalanma!"Kapı ağasını atlatan Azize, işin en zor kısmına gelmişti.
Kösem'in dairesine usulca girdi. Evvela etrafa bakındı. Bu daire, hakikaten muazzamdı. Başhaseki, Mahfiruz olmasına rağmen Kösem'inki kadar şatafatlı bir daireye sahip değildi. Divanlar, sedirler altın kaplamalıydı. Kıymetli taşlarla süslenmekten de geri kalınmamıştı.Bebek sesi duyan Azize, sessizce sesin geldiği yöne doğru ilerledi. O ilerledikçe, bebek sesi daha da arttı.
Sonunda Şehzade Murad'ın ahşap beşiğini gördü. Beşiğe dokununca gıcırtı sesleriyle irkildi.
"Nasıl kıyacağım ben sana? Nasıl da masum masum bakıyorsun! Lâkin yapmak zorundayım! Affet beni! Öte tarafta hesaplaşırız seninle!"Gözyaşları içersinde zehri çıkaran Azize, esmer tenli minik bebeği kucağına aldı.
"Aç ağzını, aç!"
Açmıyordu. Ne kadar zorladıysa küçücük bir bebeğin ağzını açmayı başaramamıştı. Zorladıkça zorluyor, lâkin zehri bir türlü içeremiyordu Murad'a.Azize, bebek şehzade Murad'ın ağzını açmak için cebelleşirken, birden bir ses işitti. Ayak sesiydi bu. Birileri daireye girmişti. Yavaş yavaş onun olduğu yere yaklaşıyordu.
"Aman Allah'ım!" dedi Azize.
Yoksa, yoksa Kösem mi geliyordu? Ne yapacaktı Azize? Kösem'e ne diyecekti? "Oğlunu zehirlemeye geldim, Azrail'i olmaya geldim" mi diyecekti?"Kahretsin! Aç artık ağzını, seni küçük velet!"
Sonunda başardı. Aceleyle Murad'ın ağzını açtı ve zehirden yalnızca bir damla damlatabildi. Zira geri kalanını içirmeye vakti kalmamıştı.
Zehri yok ettikten sonra Murad'ı beşiğine geri koyan Azize, arkasını döndüğünde Kösem'in sert bakışlarıyla karşılaştı.HASBAHÇE
O sırada Mahfiruz; hasbahçenin eşsiz güzelliğinin tadını çıkarıyor, kalfası ile birlikte dolanıyordu. Kuşların ötüşü, karıncaların duyulmayan sesi, güllerin dikeni, insana huzur veren cinstendi. Adeta bir cennet bahçesi gibiydi burası. Topkapı Sarayı'nın ağzı açık bırakan, eşsiz hasbahçesiydi.Çiçek toplayan Mahfiruz, kafasını kaldırmasıyla uzağındaki oğlu Osman'ı gördü. Sekiz yaşındaki Osman, kendisinden bir yaş küçük olan ve Kösem'den doğma olan kardeşi Mehmed ile oyun oynuyordu.
Bunu gören Mahfiruz, sinir küpüne bindi."Gemimi ver! Ben yüzdüreceğim onu!"
"Hayır, ben yüzdüreceğim Osman!"
"Yalnızca padişahlar yüzüdürür gemileri Mehmed! Ben padişah olacağım! Ver çabuk gemimi bana!"
"Hayır! Ben padişah olacağım Osman!"
"Ne oluyor orada?" diye ürkütücü bir sesle bağırdı Mahfiruz."Validem, Mehmed gemimi vermiyor!"
Bunun üzerine Mahfiruz, can düşmanı Kösem'in oğlu olan Mehmed'e yaklaştı.
"Şehzade Mehmed! Ağabeyinize karşı hürmetli olun!"
"Sana soracak değilim, ne yapacağımı! Validem, sen şehzadesin, Padişah babandan gayrı kimseye hesap vermezsin, dedi!""Bak sen şu Kösem'in şehzadesine! Anasının Kösem olduğu, nasıl da belli! Sırf Padişah'ın oğlu diye, bacak kadar çocuğa hürmet ediyoruz!" diye içinden söylendi Mahfiruz.
"Validem! Bağırmayın Mehmed'e! O benim karındaşım!"
"O bana bağıramaz zaten!" diye Osman'a karşılık verdi Mehmed.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı İktidar: Kösem
Historical FictionOn bir yaşında ailesinden koparılmasıyla hayatın acımasız olduğunu öğrendi Nasya. On beşindeyken Padişah'a çocuk verdi, oysa kendi çocuktu daha. Lâkin artık padişahın sevdalısı, Al-i Osman'ın Mahpeyker Kösem'i olmuştu o. Kösem olmak kolay değildi. V...