Bölüm 28|"Gizli Geçit, İntikam Gecesi"

828 79 257
                                    

Elindeki kâğıda bir süre bakakaldı Kösem. Ardından, "Çıkın! Hepiniz çıkın!" diye bağırarak dairedeki herkesi çıkarttı.

Daye'nin cansız bedeniyle başbaşa kalan Kösem, gözyaşlarına daha fazla hâkim olamadı. Bir sel misali gözlerinden dudaklarına aktı gözyaşları. Daye'ye sarıldı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
"Daye anam! Ne yaptılar sana anam? Ne istediler senden? Oysa ben seni ölmüş anamın yerine koyduydum! Sen masumdun anam! Tıpkı benim öz anam gibi masumdun!" dedi içinden.

"Ama hayat böyle işte!" diye cevap ona içindeki ses.
"Asla masumlara acımaz! Her zaman acımasızdır hayat! Bu sarayda hayatta kalmak istiyorsan, vicdanını körelteceksin! En az düşmanların kadar acımasız olacaksın Kösem!"

Bu sarayda hayatta kalmak! Evet, doğru söylemişti Kösem'in içindeki ses. Bu sarayda hayatta kalmak, gerçekten zordu. Her köşe başında ölüm kol geziyordu. Yalnızca garibanlara değil, sultanlara da yaklaşıyordu ölüm. Üstelik, sultan olunca kurtulacağını sananlar, daha derin bir bataklığa saplanıyordu aslında. Akıl almaz entrikaların arasına karışıyorlardı. Ne kadar yükselirslerse, o kadar ölüme yaklaşıyorlardı bu sarayda. Ölümün kıyısında yaşanıyordu. Sultan olmanın bedeli de buydu işte. Ölümün kıyısında yaşamak!

"Bak! Demek ki sultanlar da ağlayabiliyormuş!" diye kendi kendine söylendi Kösem.
"Sultan olsan ne fayda? Olmuş ile ölmüşe çare yok işte, yok! Hani nerede kaldı sultanlığın, Kösem? Geri döndürebiliyor musun Daye ananı? Döndüremiyorsun! Öldü o, öldü! Allah'tan gayrı, hiç kimsenin kudreti yetmiyor ölümü durdurmaya!" dedi.

"Kes ağlamayı!" dedi içindeki ses.
Aklının içinde sesler yankılanıyordu adeta.
Biraz sonra tekrar duydu o sesi.
"Ağlamayı kes ve gözyaşlarını sil! Dik dur! Eğme başını! Al-i Osman'ın Mahpeyker Kösemisin sen! Sen eğilirsen, diğerleri ne yapsın? Adının anlamını unuttun mu yoksa?"

Biraz düşündükten sonra, "Adım, benim adım! Doğru! Kösem'im ben! İleri gelen, yol gösteren bir liderim! Adıma yakışır şekilde davranacağım!" dedi Kösem.
Sonrasında, öldürülen Daye'nin yatağının başucundan kalktı ve dimdik ayakta durdu. Ellerini, karnının altında birleştirdi. Gösterişli yüzüğü, Daye'nin kanlarıyla kanlanmıştı.

Yerdeki kanlar ise, bir anda keskin gözlerine çarptı. Yine Daye'nin kanlarıydı bunlar. Zavallı kadının kanlarıydı. Yatak da kanlar içindeydi zaten. Ağlaşmaktan temizleyememişti kimse kanları.
Bir süre öylece yerdeki kanlara baktı Kösem.
"Mahfiruuuz! Sen yaptın! Sen döktün bu kanları! Hiç rahat durmaz mısın sen kadın? Zorla günaha mı sokturacaksın beni? Zalim! Ne istedin ihtiyar kadından? Sırf benim canımı yakmak için masum bir canı aldın! Cerkes yılanı demek az kalır, iblissin sen Mahfiruz! Cennetten kovulan İblis'in kızısın!"

Kafasını sağ tarafa çevirdi. Bu kez yerdeki kâğıt çarptı gözlerine.
Üzerinde, "Sevdiğin herkesi, böyle kaybedeceksin! Kanlı savaşa iyi hazırlan! Bu daha başlangıç, dökülen ilk kan! Kanlı savaşın henüz başlangıcı!" yazan kâğıdı yerden aldı ve keskin gözlerini kağıttaki yazılara dikti.

"Madem ilk kanı sen döktün! Madem kanlı savaşı sen başlattın! O vakit neticelerine de katlanacaksın! Hamd olsun ki bu kanlı savaşı ben kaybetmeyeceğim! Ve yine hamd olsun ki benim kanımı kim dökerse, bedelini bin misliyle ödeyecek! Daye anamın kanı da yerde kalmayacak Mahfiruz, kalmayacak!" dedi hiddetli bir şekilde. Akabinde, daireden çıkarttığı herkesi geri çağırdı ve Daye'nin yıkanmasını emretti.

Daye'nin ölümünün kırkıncı günüydü artık. Haremde mevlüt okutuluyordu o gün. Hiç kimse Daye'nin sırlarla dolu ölümünün arkasındaki kapalı perdeyi aralayamamıştı. Bir kişi hariç. Kösem.

Kanlı İktidar: KösemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin