EYLÜL 1603
O sabah Nasya, her sabah olduğu gibi Ayşe Sultan'ın kahvesini hazırlıyordu.Mutfağın penceresinden, Ayşe Sultan'ın oğlu Mehmed'i gördü. Ayşe Sultan, ağabeyi Sultan Mehmed'in adını vermişti bu yakışıklı delikanlıya.
Nasya, bir an duraksadı. İçini çekti ve derin bir nefes alıp verdi. Bu genç, onu çok derinden etkiliyordu. Bu konağa geldiği ilk günden beri, ona aşıktı. Ama onların aşkı imkansızdı. Bir sadrazamın oğluyla, bir hizmetçi mi? Bu gülünesi bir şeydi Nasya'ya göre.Mehmed, gizlice mutfağa girmiş, Nasya'yı seyrediyordu. Onu baştan aşağı süzüyor, baka baka doyamıyordu.
"Buyrun, bir şey mi arzu etmiştiniz?"
"Evet, ufak bir arzum vardı."
"Elbette, dinliyorum sizi."
"Seni istiyorum Nasya. Menekşe gözlerini istiyorum. Alnından öpmek, nikâhlı karım yapmak istiyorum. Biliyorum yaşın daha küçük. On üç yaşındasın ama eğer benim karım olursan, bu hizmetçilik hayatından kurtulursun. Varır mısın bana?""Siz, neler söylüyorsunuz? Bu, bu olamaz. Paşa babanız, Sultan ananız beni istemez. Ben, anasız ve babasız bir hizmetçi parçasıyım."
Mehmed, Nasya'ya aldırmadı. Ona yaklaştı ve birden dudaklarına yapıştı. Nasya engel olmadı, doğrusu olmak istemedi. Aşık olduğu erkeğe karşı koymadı.İkisi birlikte ateşli öpüşürken, ocakta yanan kahveyi unuttular. Kahve, fokur fokur kaynıyordu. Dünya yansa, Nasya'nın umrunda olmazdı. O, sadece sevdiği erkekle birlikte bu anın tadını çıkarıyordu. Mehmed, Nasya'yı duvara yasladı. Onlar böylesine tutkulu bir şekilde öpüşürken, yaklaşan ayak sesleri duyuldu. Biri, mutfağa geliyordu.
"Ne oluyor burada? Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?"
Ayşe Sultan, oğlu ve Nasya'yı öpüşürken yakalamıştı. Bu sakin kadın, birden canavara dönüşüverdi. Nasya ve Mehmed birbirinden uzaklaşırken Ayşe Sultan, vakit kaybetmeden Nasya'ya Osmanlı tokadını yapıştırdı.
"Seni küçük çiyan seni! Seni yelloz! Demek, hizmetçilik hayatından sıkıldın! Oğlumu baştan çıkartıp, konağıma gelin olma niyetindesin he? Ben, seni gelin diye alır mıyım hiç?"Ayşe Sultan, Nasya'ya bir kez daha Osmanlı tokadı attı ve Nasya bu tokatla birlikte yere düştü. Mehmed, validesinden çekindiği için konağı terk etmiş, çoktan uzaklaşmıştı.
"Hayriye! Hayriye, neredesin? Çabuk, buraya gel!"
Hayriye, koşarak mutfağa geldi. Fazla kilolarından nefes nefese kalan Hayriye, "Emredin sultanım!" diye karşılık verdi.
"Al şu yellozu! Oğlumu baştan çıkartırken yakaladım. Yatır falakaya. En az yüz sopa yesin de, aklı başına gelsin! Sonra da kovun konaktan, nereye gidiyorsa gitsin!"Hayriye, Ayşe Sultan'ın emrini yerine getirmek için Nasya'yı aşağıya indirdi. Burası, kimsenin duyamayacağı bir yerdi. Böylelikle Hayriye, Nasya'nın çığlıklarına aldırmayacak, sopayla vurmaya devam edecekti.
"Yat kız şuraya, şırfıntı!"
"Yapma! Meryem Ana aşkına yapma!"
"Kız hristiyan tohumu! Benim müslüman olduğumu unuttun sen herhalde! Çok konuşma da bir an evvel vereyim cezanı!"Hayriye, evvela kızı kollarından bağladı. Yere yatırdı ve elindeki sopayla kızı daha ilk darbeyle inletti.
"Kız sen daha ilk darbede bu haldeysen, sonuncu darbede bayılır kalırsın herhalde! Ne ise, sağlam dur da, ben de bu sayede kahvaltıda yediklerimi eriteyim hareket yaparak!"Hayriye, hiç acımadan kıza sopa darbeleriyle saldırıyordu. Nasya'nın çığlıklarını, hiç kimse duymuyordu. Hayriye, hem gülüyor hem de yediklerini erittiğini sandığı için seviniyordu. Nasya'nın gözleri, ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Bir, on, yirmi, elli demeden tam yüz tane sopa yemişti! Ama Hayriye durmuyor, vurmaya devam ediyordu.
Sonunda bu işkence bittikten sonra Hayriye, Nasya'yı kaldırdı ve kolundan tuttuğu gibi yukarı çıkarttı. Herkesin gözü önünde kapıyı açtı ve kızı dışarıya attı.
Mehmed, Nasya'yı dışarıda bu halde görünce deliye döndü. Nasya'yı kucağına aldı ve birlikte konağın kapısına geldiler. Kapıyı bir hizmetçi açtı ve Mehmet, Nasya'yı yere bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı İktidar: Kösem
Historical FictionOn bir yaşında ailesinden koparılmasıyla hayatın acımasız olduğunu öğrendi Nasya. On beşindeyken Padişah'a çocuk verdi, oysa kendi çocuktu daha. Lâkin artık padişahın sevdalısı, Al-i Osman'ın Mahpeyker Kösem'i olmuştu o. Kösem olmak kolay değildi. V...