Otuz üç yaşındaydı şimdi o.
Otuz iki bahar, otuz iki kış geçirmişti. Yılmadan, boyun eğmeden sabırla mücadele etmişti. Evet, eli kana bulanmıştı belki de. Lâkin iktidar savaşını kazanmanın bedeli de bu değil miydi zaten? Kana bulaşmadan bu savaşı kazanan mı vardı sanki koca Osmanlı'da?"Evlâdım," diyerek divan toplantısına girmişti biraz sonra. Tahtta oturan on bir yaşındaki küçük oğlu Murad'a doğru kararlı adımlar atıyordu.
"Haydi, sen dairene git, dinlen."Vezirler şaşkın bakışlarla birbirlerine baktılar. Yaşı küçük de olsa neticede padişahtı Murad. Buna rağmen validesi, hünkâr oğlunu kendi isteği doğrultusunda yönlendiriyordu.
"Lâkin valide..."
"Şş..." diye oğlunun sözünü kesti Kösem. Biraz sonra küçük Murad, Divan-ı Hümayun'dan ayrıldı.
Oğlunun gittiğini gören Valide Kösem, vezirlere zafer edasıyla keskin bakışlar atarak gösterişli tahta doğru usulca ilerledi. Çok geçmeden tahtın gösterişine kendini kaptırdı ve yavaşça üzerine oturdu.Evet! Osmanlı tahtına oturmuştu Kösem. Ulema, âdeta dilleri tutulmuşçasına Kösem'e bakıyordu. Zira daha önce görülmemiş bir şeydi, bir valide sultanın Osmanlı tahtına oturması. En azından Divan-ı Hümayun'da ilk kez görülüyordu.
"Hükümdardan gayrı oturan olur mu bu tahta?" diye tısladı Kösem'in içindeki ses. "Oturur," dedi Kösem. "Mahpeyker Kösem oturur."
"Ne o?" diyerek ulemaya döndü sonra. "Yoksa Saltanat Naibesi olduğumu bilmiyor muydunuz?"
Sadrazam, biraz öne atıldı.
"Hakkınız vardır Valide Sultanım. Hünkârımız Sultan Murad'ın yaşlarının küçük olması sebebiyle siz saltanat naibesi olarak tayyin edildiniz."
Hemen sonra adam, bir adım öne çıktı ve Kösem'in yanına gelerek devam etti: "Bunu herkes böyle bile...""Paşanın sözünü duydunuz!" diyerek ayaklandı Kösem. "Bundan böyle evlâdım Sultan Murad belli yaşa gelene kadar devleti ben idare edeceğim. Aksi görüşte olan var mıdır Paşalar?"
Cevap alamadı. Ardından yüzündeki zafer edasıyla bir kez daha gülümsedi. "Güzel."Kösem'in ilk kez Osmanlı tahtına bu denli bir gösterişle oturmasından sonra aylar ve dahi yıllar birbirini kovaladı. Öyle ki, şu zamanda Mahpeyker Kösem, son on yıldır Osmanlı Devleti'ni bizzat idare ediyordu.
1633'ün bir sonbahar akşamında, nihayet olan oldu. Büyüyen ve erişkin yaşa gelen geç padişah Murad, Harem-i Hümayun'da bir fetva okuttu. O fetva ki, Mahpeyker Kösem'in iktidarının sonunu getirdi.
"Bundan gayrı Âli Osman'ın yegâne sahibi biziz. Vâlidemiz Mahpeyker Kösem Sultan'ın saltanat naibeliğine son vermiş bulunuyoruz." demişti Murad. Böylelikle, iradeyi Kösem'in elinden almıştı.
Mahpeyker Kösem, sesini çıkardı çıkarmasına elbet. Lâkin yavaş yavaş susma vakti gelmişti. Anlıyordu zira. Oğlu artık büyümüş, gerçek bir padişah olmuştu. Gizliden gizliye devlet idaresine karışsa da, yine de dairesinde usluca oturmasını biliyordu.
Biliyordu bilmesine, lâkin asıl kıyamet 1638'de, Bağdat Seferi öncesinde koptu. 1635'te kardeşleri Bayezid ve Süleyman'ı boğdurtan Sultan Murad, 1638'de de Kasım'ın canını aldı. İşte o zaman, Mahpeyker Kösem, hayatında ilk defa evlatlarından birine büyük bir beddua okudu.
"Ey Murad! Sen ki öz ve öz kardeşinin canını alarak beni evlat acısıyla bir kere daha yaktın ya, dilerim Bağdat'ı alamadan canından olursun!"
Kösem'in bedduası tutmadı. Sultan Murad, Bağdat'ı aldı ve sağ salim Payitaht'a döndü. Döndü dönmesine, lâkin artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Ana ile oğul, âdeta birbirine düşman kesilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı İktidar: Kösem
Historical FictionOn bir yaşında ailesinden koparılmasıyla hayatın acımasız olduğunu öğrendi Nasya. On beşindeyken Padişah'a çocuk verdi, oysa kendi çocuktu daha. Lâkin artık padişahın sevdalısı, Al-i Osman'ın Mahpeyker Kösem'i olmuştu o. Kösem olmak kolay değildi. V...