Bölüm 30|"Dehşet Yolculuk, Korkunç Armağan"

716 43 163
                                    

Yastığına sımsıkı sarılan Halime, dökülen gözyaşlarıyla yatağını ıslatıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Çok çaresizdi. Evladına hasret yaşayan biçare anaydı o. Bir ana için evladıyla sınamak, belki de en ağır imtihandı.

Kapılar sessizce açıldı ve içeriye Dilruba girdi. Gördükleri karşısında bir hayli şaşırdı. Zira validesi Halime; bacaklarını kıvırmış, yatağa uzanmış, iki elinin arasına aldığı gömleğe sarılıyordu. Mustafa'nın eski gömleğiydi o.

Validesini ilk defa böyle görmüştü Dilruha. Daha önce de ağladığına tanıklık etmişti ama ilk defa bu kadar çaresiz görünüyordu validesi.

"Validem?" diyerek yatağa yaklaştı.
Onu farkeden Halime, hemen yataktan doğruldu. Eliyle gözyaşlarını sildi.
"Ne oldu kızım?"
"Size bir havadis getirmiştim ama..."
"Söyle."
Kısa bir sessizlik oluştu. Ardından, validesinin yanıbaşına oturdu Dilruba.
"Bırakın şimdi havadisi. Nedir bu haliniz?"

Derin bir nefes aldıktan sonra cevap verdi Halime.
"Bir de sual mi ediyorsun?"
Sustu Dilruba. Cevap veremedi. Ne diyebilirdi ki? Elbette Mustafa için ağlıyordu validesi.
"Ah Dilruba... Bir görsen kardeşin Mustafa'nın hâlini. Bugün yine gittiydim gizlice onu görmeye. Daha da kötü olmuş. Dua ediyoruz lâkin olmuyor, düzelmiyor. Durumu daha da kötüye gidiyor. Dilruba... Cevap ver hele. Ne edeceğim ben? Mustafa'nın delirdiği ortaya çıkarsa ne derim ben?"

Yine derin bir sessizlik oluştu. Oluşan sessizliği, Halime'nin gözyaşları bozdu.
"Bütün gençliği o kafeste geçiyor oğlumun! Kim aklını yitirmez o dört duvar arasında? Kahrolsun böyle düzen! Kardeş Katli Yasası kalktı diye sevindiydim. Oysa şimdi... Ah kızım, ah! O kadar kötü ki! Evladım eriyip gidiyor! Bense hiçbir şey yapamıyorum! Bir gün ana olduğunda anlayacaksın Dilruba, anlayacaksın!"

Sustu Dilruba. Lâkin suskunluğu çok uzun sürmedi.
"Hep onun yüzünden."
"Kimin?"
"Kimin olacak? Elbette üvey ağabeyim Sultan Ahmed yüzünden! O kapatmadı mı kardeşim Mustafa'yı kafese? Eline kardeş kanı bulaştırmamak için yeni bir düzen getirdi! Mustafa'yı öldürmedi, lâkin delirmesine neden oldu!"
"Bilemezdi ki... Nereden bilsin böyle olacağını?"

Validesinin sözleriyle sinirlendi Dilruba.
"Validem, siz neler söylüyorsunuz? Siz şimdi burada ağlıyorsanız, Sultan Ahmed yüzünden! Kösem Sultan çocuklarıyla beraber, Mahfiruz Sultan da öyle! Lâkin siz... Siz evladınıza hasret yaşıyorsunuz! Bu mu adalet?"
Uzunca düşündükten sonra kızına hak verdi Halime.
"Doğru dersin esasında."
"Elbette doğru derim validem."
"O halde Sultan Ahmed, bu yaptığının bedelini ödemeli."
"Ödemeli."

Biraz sonra tekrar kızına döndü Halime.
"Bırak şimdi onu. Sen bana bir havadis getirmiştin. De hele, ne havadisi bu?"
"Küçük şehzadelerden biri ölmüş."
"Nasıl olur? Vah, vah."
"Herkes Kösem Sultan'ın şehzadesi sanmış. Lâkin değilmiş."
"Hangi şehzadeymiş ki?"
"Şehzade Hasan. Haseki Fatma Sultan'ın şehzadesi. Hani sürgün edildiydi ya, o kadın işte."
"Aman Yarabbim! Duyduğunda, kim bilir ne hâle gelir kadıncağız? Nasıl ölmüş?"
"Orasını bilmem. Lâkin hiç kimse Padişah'ın oğlunun canını almaya cesaret edemez. Öyle değil mi?" diyerek sinsice tebessüm etti Dilruba.
"Bir kişi hariç" dedi Halime. "O hariç."

Küçük şehzade Hasan'ın ölümünün üçüncü günüydü şimdi. Sürgündeki anası Fatma, anca saraya varabilmişti. Haremde mevlüt okutuluyor, şerbetler dağıtılıyordu. Herkes simsiyahtı o gün. Olması gerektiği gibi.

Sedirlere kurulmuş olan dört kadın, başlarında siyah örtülerle etrafa derin bakışlar atıyordu. Soldan sağa sırasıyla; Mahfiruz, Dilruba, Halime ve Kösem vardı sedirlerde.

Mahfiruz, "Şehzade Hasan'ın ölümü için bana gerek kalmadı demek! Eceliyle ölmesi iyi oldu!" diye içinden geçirirken, Halime'nin sesiyle kendine geldi.
"Çok küçüktü daha. Nereden çıktı bu ansızın ölüm?"
"Ansızın değil" diye kestirip attı Kösem.

Kanlı İktidar: KösemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin