Alex'in gözünden
Steve'in yanına gitmeden yol üzerindeki küçük bir köye uğradım. Bu gün onunla birlikte madene gidecektik ve yeni eşyalara ihtiyacımızın olduğunu, iki gün önceki canavarlarla savaşımızda kılıçlarımızın kırılmasıyla anlamıştık.
Yoruldum evet... Ama yarı yolda kalmaya hiç miyetim yok.
Diye düşündüm nefes nefeseyken. Başımı kaldırdığımda, köyün girişindeki tuğladan duvarlı ve kırmızı çatılı, karşı karşıya duran evleri görmüştüm. Bundan destek alarak yürümeye devam ettim. Bir süre sonra oraya vardım.
Bir tezgahın önünde elimi çenemle birleştirmiş, kazma mı ? kılıç mı ? alacağıma karar vermeye çalışıyordum. Üstelik kenarda duran, kaşlarını sıkıntıdan çatmış, mor kıyafetli köylüde umrumda değildi.
"yarım saattir dikiliyorsun... Birazdan akşam olucak. Kararını ver yada git ! "
Sabırsız şey...
"lütfen ama... O söylentiyi duymayan kalmadı ki."
Arkamdan gelen sese odaklandım istemsizce ama bir yandan aynı pozisyonda tezgaha bakmaya devam ettim. Duymuyormuş gibiydim.
"çoğu kişi onun, Steve'in savaşta ölen abisi olduğunu düşünüyor ve bence doğruda. Sonuçta Herobrine adındada 'Brine' ismi var."
***
Bu doğru olamazdı ! O canavar lakaplı Herobrine, Steve gibi birinin abisi olamazdı!
Adımlarımı hızlandırdım. Güneş batmak üzereydi. Akşam olmadan Steve'in evine gidip, bu konuyu onunla konuşmam gerekiyordu. Hemde hemen!
Sonunda beyaz ahşap kapının önünde durdum ve elimi yumruk yaparak kapıya en az beş kere hızla vurdum.
"Steven! Seninle acil olarak birşey konuşmalıyım!"
O, benim küçüklük arkadaşımdı ve o zamandan beridir ona hep Steven diye seslenirdim.
O kadar heyecanlanmış ve sinirlenmiştim ki, Steve'in kapıyı açtığını görmedim. Başına vurdum.
"bu neydi şimdi?!"
Dedi acı içinde inledikten sonra bağırarak başını ovarken.
"üzgünüm. Ama dediğim gibi acil."
" konu ne?"
Diye sordu yüzünü ciddileştirip elini indirirken.
"Herobrine..."
Herobrine' ın gözünden
Anılara dalmışken birden bir hareketlik hissettim. Başımı eğip aşağı baktığımdaysa blüzümün kenarını çekiştiren küçük kızımı gördüm. Başını kaldırıp, Beyaz gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu.
"baba... "
Devamını getirmesine gerek yoktu. Gözlerinin, istek ve heyecanla parladığını farketmiştim.
" tamam prenses... Bu sefer başlıyoruz."
Dedim gülümseyerek ve en köşede duran, kapağı açık, geniş ve eski sandığın yanına gittim. İçinden çok sayıda koyu renkte yeni blok aldım ve geri Heraya döndüm. Elimdeki blokları görünce gülümsemesi dahada büyüdü.
"peki ya ben ne yapacağım?"
Diye sordu şaşkınlıkla.
"senin görevin küçük. Ama aynı zamanda bir o kadarda önemli kızım."
Dedim ve arka masadaki mavi bezi Heraya verdim. Bezi görür görmez hemen vücudunu dik bir pozisyona getirdi. Ayaklarını ve parmakları birleştirip, elini gözlerinin hemen üstüne getirdi.
"görev anlaşıldı babacığım"
Dedi ve gülümseyerek uzaklaştı. Aynı şekilde bir süre izledim onu ardından bende işime dönerek duvarları yenilemeye başladım.
Bir süre sonra gıcırtılı bir ses duydum ve durdum... Sese odaklandım. Arkamı döndüm. Eski, büyük bir dolap, o anda masayı temizleyen kızımın üstüne düşmek üzereydi. Ama arkası dönük olduğundan Hera bunun farkında olmayıp, mırıldanarak şarkı söylemeye devam ediyordu
"Hera!"
Hera'nın arkasına dönmesiyle benim dolabın ve kızımın arasına ışınlanarak, iki elimle birden dolabın düşmesine engel olmam bir oldu.
İterek dolabı tekrar dik bir hale getirdim. Arkamı dönerek sırtımı dayadım. Başımı yukarı kaldırıp, gözlerimi kapattım ve soluklandım. Çok korkmuştum.
Gözlerimi tekrar açıp, aşağı baktığımdaysa benden daha çok korkan biri duruyordu karşımda. Aslında... Dolabın üstündekileri görünce korkmakta haklıydı. Cam kırıkları... Yıllar önce steve ile annemin sevdiği saksıyı kırdığımızda, saklamak için parçalarını bu dolabın üstüne koymuştuk.
Öyle korkmuştu ki beyaz gözleri korkudan dolmuş, her an ağlamaya hazır gibiydi.
Kızımın hizasına diz çöktüm. İşaret parmağımın kenarıyla gözyaşlarını silerken yutkundu. Ardından ona sarılıp, ensesine derin bir nefes verdiğimde, hafif ürperdiğini bende hissettim. Sırtını okşarken sesizce fısıldadım.
"korkma... Ben varken sana hiçbirşey olmayacak prensesim."
Kızımı bulduğum zamandan beridir ona 'prenses' diyordum evet. Çünkü o, bunu bilmesede öyleydi...
Herabrienna, Ateş prensesiydi...
Ve bir gün ona, bunu söyleyecektim ama şuan değildi. Etrafta bu kadar tehlike varken, benim ve canavarların bilmesi daha güvenliydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi
FanfictionHerobrine'ın kızı olduğumu öğrendiğimde, hayatımın tüm sıradanlığını yitireceğinden haberim yoktu... Ama bilmediğim bir şey daha vardı ki, o da asıl maceranın o zaman başladığı... Her şey, ben daha dokuz yaşındayken oldu. Babamla karşılaşmam ve ba...