Herobrine'ın gözünden
Birkaç adım daha atarak, kütüphanenin ortasında durdum. Yerden tavana kadar uzanan kitap raflarındaki kitaplar, sıra sıra, dizi dizi, renk renk ve farklı kalınlıklardaydı. Kitapların eski olduğunu anlamam için konuşmalarına gerekte yoktu. Gün ışığının girmemesine rağmen, herşeyi net bir şekilde görebiliyordum. Kitapların üstündeki örümcek ağları, aradan geçen uzun zamanın bir parçasıydı adeta. Attığım her adımda bir miktar tozun havaya kalkmasıyla birlikte, çürümeye yüz tutmuş tahtalardan da gıcırtılı bir ses çıkıyordu.
Gözlerimi, eski kitaplatın üstünde gezdirip isimlerine bakarken. hangisinin bana yardım edebileceğine karar vermeye çalıştım.
Birden arkamda hızla hareket eden birşey hissettiğim anda, dikkat kesildim. Amacım, onun ne olduğuu anlamaktı. Bir yandan da her an saldırmaya, savunmaya hazırdım.
Bir süre sonra hareketlenme tekrar olunca, bu sefer hemen arkamı döndüm. Fakat bu sefer biraz geç kalmıştım.
Beyaz, silik, buharımsı bir maddenin hızla hareket etmesi sonucu, kitaplardan kalkan toz ve kirin uçuşması dışında hiçbirşey görememiştim.
"Göster kendini!"
Dedim sert bir ses tonuyla. Bir yandan da etrafıma bakınarak onu aramaya devam ediyordum. Ama hiçbir işe yaramamıştı. Dört bir yanımda olan, uzun kitap raflarından başka birşey yoktu ortalıkta. Bu şey her neyse fazla ısarcıydı ve korkusuzdu ki, kendini göstermemişti.
Yumruğumu sıktım. Elim, simsiyah renkli kılıcıma gitti. Siyah renkli olamsına rağmen yaydığı belli belirsiz ışık, etrafı aydınlattı. Siyah ışığında yansımasının olduğu suratım, ciddi bir ifadeye büründü. Ve sağ tarafımdan gelen bir gıcırdama sesine kulak verdim. Ama saldırmadım ve hareket etmedim. Duymazlıktan geldim. En azından bir süreliğine...
Gıcırtıların sesi git gide bana daha da yaklaşmaya başladı. Parmaklarımı, kapzanın üstünde hareket ettirerek, kılıcı daha sıkı kavradım. Nefes alış verişini yavaşlattım. Pür dikkat odaklandım.
Ve gıcırdama sesi artık dibimdeydi. Şimdi tam sırası!
Hızlıca, tek ayağımın üstünde dönerek arkama bakarken kılıcımı savurdum. Ama bir ses duymam dışında birşey olmadı.
"Hey... Dikkat et! Ruh olmam ölmeyeceğim anlamına gelsede, bu yaptığın hiçte hoş değildi! "
Bu ses küçük bir erkek çocuğu sesine aittti...
Kılıcımın ucunu yere indirdim. Karşımda birisini göremeyince yere baktım. Haklı olduğumu anladım. Bu kısa, dik, siyah saçlarıyla, siyah gözlü, en fazla on üç yaşlarında bir erkek çocuğuydu. Yeşil kıyafetleriyle birlikte, görüntüsü silikti. Arkasında duran kitap rafını görebiliyordum. Doğruyu söylediğini anladım. O bir ruhtu. Ama... Kimdi bu?
Çocuğa baktığımı görünce yüz ifadesi korkulu bir hal aldı. Ama hemen ardından cesur bir ifade oluştu. Korkusunu bana belli etmemeye çalıştığı her halinden belliydi. Ama... Titreyen bedeninin farkında da değildi.
"Eeee? Bişey demeyecek misin? Ne bileyim bir özür falan? Az önce kılıcı bana savurdum ya! "
Fazla cesur görünmeye çalılıyordu. Tek kaşımı kaldırmış çocuğa bakıyordum. En sonunda konuşmaya katıldım.
"Arkamdan gizlice yaklaşan sendin ufaklık."
Birkç saniyeliğine kendimi bir aynaya bakıyormuş gibi hissettim. Çocukta aynı şekilde tek kaşını kaldırıp baktı bana ve yükselmeye başlayarak göz hizama geldiğinde, gözlerim, ayaklarının olduğu yere gitti. Daha doğrusu onların olması gereken yere. Ayakları yerinde, silik görüntüsü son buluyor, ucu rüzgar olmamasına rağmen dalgalanıyordu.
Herabrienna olsa bundan korkardı belkide...
Diye geçirdim içimden. Fakat bu düşüncemşile belirebilecek yüz ifademe fırsat veremeden, ruh çocuk konuştu.
"Arkandan gizlice geldim çünkü dost mu yoksa düşman mı olduğunu anlamaya çalışıyordum. Üstelik... Buraya yıllar sonra gelen ilk kişisin. Dürüst olayım. Seni babam sandım."
"Baban mı?"
Çocuk küçük bir tebessümle onaylayarak başını salladı.
O anda, çocuğun kim olduğunu anladım.
"Sen... Şu efsanedeki küçük çocuksun. Güçleri ilk kazanan kişi."
Dediğimde çocuğuk, kollarını bağlatirken, yüzü de alaycı bir ifade aldı.
"Kazanan? Hı... Daha çok bir lanet di- dur bir dakika. "
Bu sefer birşey anlamaya çalışır gibi sorar bir ifadeyle bana yaklaştı.
"Sen bunu nereden biliyorsun? Güçleri edindiğimi kimse bilmiyordu. Annem ve babam bunu bir sır gibi saklamışlardı."
"Pek sır denemez. Buradaki büyük bir taşta hikayen yazılı."
Dedim tek seferde.
Çocuğun yüz ifadesi hüzünlü bir şekil aldı. Hüzün, ses tonunu da etkilemişti.
"Başka bu güçlere sahip biri var mı?"
"Kızım. Herabrienna."
"O zaman sen büyük bir tehlikedesin..."
Dedi...
Ama kızımdan gelecek bir tehlikeden söz ediyor olamazdı...
Değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi
FanfictionHerobrine'ın kızı olduğumu öğrendiğimde, hayatımın tüm sıradanlığını yitireceğinden haberim yoktu... Ama bilmediğim bir şey daha vardı ki, o da asıl maceranın o zaman başladığı... Her şey, ben daha dokuz yaşındayken oldu. Babamla karşılaşmam ve ba...