Herabrienna'nın gözünden
Arkamı döndüğümde sinirlensem mi üzülsem mi bilemedim. Ona ihtiyac duyduğum bir zamanda olmak yerine, en zamansız anda bulabilmişti beni.
"Giderken vurmanın anlamı ne?!"
Diye istemsiz sesimi yülselttim Blazzy'ye. Attığı alev topundan dolayı, hâlâ Hunter'ın üstünden ince, gri renk bir duman yükseliyordu.
Kolları olsa o anda konuşturabilirdi. Yüzünde ciddi bir ifadeyle beraber, kahverengi ve kalın kaşlarını çattı. Siyah gözleri, kırmızı renkle yer değiştiriyor gibi hareket ediyordu. Bu görüntü bana köz odunlarını anımsattı
"Ben sadece görevimi yaptım prenses. Sizi korumasaydım, emin olun lord Herobrine bana daha büyük bir acı çektirirdi"
Tam ona yanıt verecektim ki, bir hışırtı sesiyle başımı yana çevirdim. Blazzy'nin alevlerinin turuncu ışığı, o sırada tek elinden destek alarak kalkmakta olan Hunter'ın üstüne yansıyordu. Yüzünde bir yaranın olmayışına şaşırmadım desem yalan olur. Ama buruşturduğu yüzünün ifadesinden acı çektiğini düşündüm. Ama eğer öyleyse bile, bunu saklamaktada oldukça başarılıydı.
Ayağa kalktı. Bir eliyle hala duvarı tutarak destek alırken, diğerini yumruk yaptı. Acı ifadesini değiştirerek kaşlarını çattı. Öfkesinin artmasını, nefes alış verişinin hızlanmasıyla hissettim.
"Ben... Herabrienna'ya... Hiçbirşey... Yapmadım!"
Dedi her kelimesinde soluklanarak. Son kelimesini söylediğinde, mağarının içinde buz gibi bir rüzgar esmesiyle ürperdim. Soğuğa karşı zaafım vardı ne de olsa. Ama iki dakika sonunda rüzgardan en ufak iz olamamasıyla tekrar rahatladım.
Blazzy'ye gelince, ne rahatlamışa, ne de ikna olmuşa benziyordu. Tek kaşını kaldırarak bana baktı. Doğrulamamı beklerken, gözleriyle beni süzerek, yaralı olup olmadığımı da kontrol etti.
"Doğru."
Dedim net bir şekilde.
"Evet bir zararı olmadı. Hatta benim hayatımı kurtardı."
Hayır yaptığım Hunter'ı savunmak değildi. Ben sadee doğruları söyledim.
Göz ucuyla Hunter a baktım tekrar. Elini duvardan çekmiş, karşımızda dik bir şekilde duruyordu bu sefer. Nefes alıp verişi normalr dönmüştü. Ama çattığı kaşları hala kızgınlığını ifade etmeye devam ediyordu.
O an orada bir kavga çıksa nasıl engel olabilirim diye düşünöeden edemedim. Blazzy nin tek bir hareketiyle, Hunter kül olurdu.
Ama belli bir zaman sonra artık bunu düşünmeme gerek kalmadı
"Öyle olsun"
Dedi Blazzy, Hunter'a bakarken. Yavaş adımlarla yaklaşmaya başladı ona. Hunter ise olfuğu yerde kalmaya devam etti
"Ama kim olduğunu anladım bile. Aynı göz rengi... Sen... Entity nin oğlusun. Lordun baş düşmanının oğlu. Bu yüzden ufaklık. Göxüm üstünde."
Son kelimelerini söylerken Hunter'ın dibine gelmişti bile. O kadar yakındı ki, her an kızarabilir diye düşündüm. Ama Hunter rahatsız olmuşa hiç benzemiyordu. Hatta alaycı bir şekilde hıhlamakla yetindi
"Burada kalacak, sizinle gidecekmişim gibi konuşuyorsun. Ama..."
Durdu. Devam edemedi... Bir süre ne diyeceğini bilemez bir şekilde öylece baktı ona. Bir ara ifadesi düşer, üzülür gibi oldu. Ama karşısında Blazzy'nin durduğunu hatırlayınca tekrar topladı kendini.
"Ama kalacak bir yerin yok. Belkide Entity seni ihmal ediyordur. Değer vermediği içinde nereye kaybolduğun konusuna fazla kafa yormamıştır ha?!"
Bu sözleriyle artık fazla ileri gitti. Ve hemen devreye girdim.
"Bazzy, yeter arık."
İkisi birden şaşkınlıkla bana bakarken bile ciddiyetini bozmadım.
"Görevini karıştırdın. Beni korumak. Zorbalık yapmak ve alay etmek değil."
Belkide gözlerim beni yanıltmış, hayal görmüştüm. Çünkü o sırada göz ucuyla bakıyordum ona ama... Hunter'ın yüzünde ufacık bir gülümseme görmüş gibi oldum.
"Hunter?"
Bakışlarımı ona çevirdiğimde yüz ifadesi ne kızgın, ne de mutluydu. Gülümsediğini görmediğimde, neden üzüldüğümle ilgili fazla kafa yormadım.
"Gidiyor musun yoksa bizimle misin?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi
FanficHerobrine'ın kızı olduğumu öğrendiğimde, hayatımın tüm sıradanlığını yitireceğinden haberim yoktu... Ama bilmediğim bir şey daha vardı ki, o da asıl maceranın o zaman başladığı... Her şey, ben daha dokuz yaşındayken oldu. Babamla karşılaşmam ve ba...