Herabrienna'nın gözünden
Mutlu muydum? Evet. Orası tartışılmaz kesinlikle doğru. Sanırım hemen olayı sonuca bağladığım için, Jennifer'ın beni bıraktığını düşündüğüm için ona bir özür borçluyum.
Diğer yandan, Jennifer'ı yine gördüğüme o kadar çok mutlu olmuş, sevinmiştim ki, bidaha onunla ilgili böyle birşeyi asla düşünmeyeceğime dair orada söz verdim kendime.
Sağ tarafıma baktım. Ağaçlar, arkalarında, ufukta doğmaya başlayan güneş ile simsiyah gölge olmuşlardı.
Jennifer'ın yüzü bu sefer dahada net görünüyordu. Ama gözlerinin altındaki morluklar, bana uzun zamandır uyumadığını belirtiyorlardı.
Gecesini hündüze katarak sabahtan akşama kadar beni aramış olmalıydı.Jennifer'ın ne yaptığını, Notch'a çaktırmamaya özen göstersede ben görmüştüm. Sırtında asılı olan ok kılıfından bir ok daha alırken, konuşarak onu oyalamaya çalışıyordu.
"Kim olduğu umrumda değil. Kan bağımızın olmamasıda öyle. Ama o benim küçük kardeşim ve ona zarar vermeyeceksin."
"Emredersiniz küçük hanım."
Deni Notch. Alaycı bir şekilde.
Ben ise hâlâ Jennifer'a bakmaya devam ediyordum. Okunu ve yayını, sağ tarafında Notch'a göstermemeye dikkat ederek buluşturmuştu. Ve Notch, Jennifer ile alay edercesine konuşmaya o kadar çok dalmıştı ki, ruhu bile duymamınştı.
Gözleriyle bana baktı. Başını hafif sağ tarafa eğdi. Mesajı almıştım. Jennifer, aklındaki planı uygulamak için oradan çekilmemi, uzaklaşmamı istiyordu. Ben de sessizce öyle yaptım.
"... Ve bundan ben sorumlu değilim."
Kendini bilmiş tavrı, gözlerini kapatarak söyletmişti bunu Notch'a. Kollarını da bağlayarak.
O an Jennifer hemen yayını kaldırdı. İpi gerdi ve ok, Notch'u da geçtikten sonra kulağımın dibinden ıslık çalarak arkamdaki ağacın gövdesine sapladı.
Hemen ilerisindeki at, ürktü. Arka ayaklarının üstünde kalktı ve ön ayaklarını havada savurdu kişnerken. Bana ise, yeterince uzak duruğumdan hiçbirşey olmamıştı.
Notch'a gelecek olursak, kendisi ürkmüş atını sakinleştirmek için fazlasıyla çaba harcıyordu. Aksi taktirde, atın sırtımdaki eğer çantasının içinde duran kalkan ve kılıç gibi değerli eşyalarına zarar gelsin istemiyordu.
"Herabrienna! Gel hadi çabuk!"
Jenniffer'ın haykırmasıyla ona doğru koşmaya başladım. Ama bu haykırışı, atın yeri sarsarcasına çıkardığı sese rağmen duyan tek ben değildim. Notch'ta aynı şekilde atla ilgilenmeyi bırakmış, Jennifer ile benim peşime düşmüştü bile.
Jennifer'ın tam yanında koşarak Notch'tan kaçmaya çalışırken konuştum.
"Nereye gidiyoruz?"
Nefes nefese koşarken, ağazımdan çıkabilen iki kelime olmuştu sadece.
Ama Jennifer yanıt vermedi. Nedeni ise apaçık ortadaydı. Arkamızdan Notch, ata binmiş bize doğru taklaşıyordu.
Rüzgar, yüzüme doğru esmeye devam ettiğinden, Jennifer'ı görmekte zorlanıyordum. Aynı zamanda yorulmaya başlamıştım. Nefesim, sınırlarını zorluyordu. Ayaklarım ise artık ağırlaşmaya başlamıştı. Zorla koşuyordum
En sonunda Durduk. Jennifer, bir dalı tutarken, diğer eliyle acele etmem için işaret etti.
Arkamda hâlâ atın koşma sesleri duyuluyordu. Kendimi zorladım. Gözlerimi doğrudan Jennifer'ın olduğu yere dikmiş, oraya ulaşmaktan başka birşey düşünmüyordum. Ve en sonunda oraya vardığımda, Jennifer dalı aşağı indirdi. Yukarıdan ama tam olarak nereden çıktığını anlayamadığım, kırık taşları yosunla kaplanmış bir duvar indi aramıza. Tam zamanında inmişti. Aksi taktirde burada değil, yine Notch'un yanında olucaktım.
Sürgülü kapınlapanınca, Notch'un sinirleri haykırışları heryeri inletti. Beni tekrar yakalayacağına ve Jennifer'ın bu yaptığına pişman olacağıyla ilgili birşeyler kürkredi. Biz ise Jennifer ile birbirimize bakıp gülmekle yetinirken, çoktan yere oturup, soluklanıyorduk bile.
Bitmişti işte. Ondan kurtulmuştum. jennifer'ın büyük yardımı sayesinde.
"Teşekkür ederim Jenny"
İlk defa adını kısaltarak söylemiştim. İlk başta biraz utanmıştım bu yüzden keşke demeseydim diye düşündüm. Ama bu düşüncem, onun rahatsız olmadığını belirten gülümsemesiyle son buldu.
"Hey.. Bunu Notch'a sa söyledim sanada şimdi söylüyorum. Aramızda bir kan bağı olmayabilir. Ama unutma ki, sen benim küçük kardeşimsin."
Daha fazla konuşamayacak kadar yorgundum. Gülümsemekle yetindim. Ve gözlerimi kapatarak, biraz dinlenmeye karar verdim. Uzun zamandır görmediğim rüyalarım, tekrar karşıladı beni.
Mağara gibi bir yerdeydim rüyamda. Etrafta oluşan siyah duman sağ olsun zorla görüyordum etrafımı. Ama görebildiklerim kadarıyla, siyah kayalıklarla doluydu her yer. Kayalıkların üstünde, sıra sıra sabitlenmiş raflar, onların da üstünde şişelere doldurulmuş renk renk sıvılar vardı. Tahminimce bunlar bir çeşit iksirdi. Renklerinden ve kokularından her birinin farklı amacı olduğunu anlaşılıyordu.
"Bakın bakalım kim gelmiş. Güçlerin, yeni ebedi sahibinin kızı."
Babamdan bahsediyordu evet. Ama 'yeni' derken tam olarak neden söz ettiğini anlayamamıştım.
Sisler dağıldı. Karşıma, yeşil, uzun elbiseli, omuzlarını geçmeyen, küt şekilde kesilmiş gri saçlı bir cadı çıktı. Yeşil elbisesinin kenarlarını altın sarısı renkte, zigzag desenler süslüyordu. Gri saçlarına aklar düşmüş, cadı olmasına rağmen olfukça genç, en fazla oztuzlu yaşlarda görünüyordu
Oldum olası nefret ederdim cadıkardan. Nedeni ise çok açık. Yıllar önce çıkan savaşta, babamın ölmesine sebeb olan bir cadıydı... O orada olmasa, Notch'un attığı kılıçla ölmeyecekti babam...
Tiz bir sesle konuştu cadı.
"Bende seni bekliyordum... Sana anlatmam gereken önemli bir konu var... "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi
FanficHerobrine'ın kızı olduğumu öğrendiğimde, hayatımın tüm sıradanlığını yitireceğinden haberim yoktu... Ama bilmediğim bir şey daha vardı ki, o da asıl maceranın o zaman başladığı... Her şey, ben daha dokuz yaşındayken oldu. Babamla karşılaşmam ve ba...