Bölüm 28

279 49 0
                                    

Görmezden gel...Görmezden gel...Görmezden gel...

Gelemiyordum! Atmaca gibi bakışlarıyla ensemi adeta delerken nasıl varlığını görmezden gelebilirdim ki? Sonunda elde ettiğim kısmi özgürlüğümün keyfine bile varamamıştım. İki adım arkamda yürüyen adamın birkaç saniye sonra nasıl bir ruh haline bürüneceğini, ne yapacağını kestiremiyordum. Neden böyle davranıyordu? Bana bakarken bile nefret okunuyordu bakışlarından, dokunuşlarındaki kini hissedebiliyordum. Sırf ben hoşlanmadığım için mi kendisinin daha çok nefret ettiği şeyi yapıyordu? Beni rahatsız etmek için? Psikopatlığın nasıl bir çeşidiydi bu? Tehditler savurmasından ya da beni zindana kapatmasından daha tehlikeliydi.

Odaya girdiği andan itibaren fırtınalar estirmeye başlamıştı. Bir şey bilmediği belliydi fakat Sora'nın davranışlarında bir şeyler sezmişti.

Sora aklıma gelince omuzlarım hayal kırıklığı ile düştü. O gün utanç verici bir zayıflık gösterip içimde ne varsa itiraf etmiştim fakat hiç de tahmin ettiğim gibi bir tepki alamamıştım. Önce uzunca bir süre yüzümü incelemiş, sonra sessizlik içinde beni odama bırakarak kayıplara karışmıştı. Günün geri kalan kısmını pişmanlık içinde örtüleri tekmeleyerek geçirmiş olsam da iş işten geçmişti bir kere. Ağzımdan çıkanların sorumluluğunu almalıydım. Beni asla kardeşi olarak kabul etmeyecek olsa da halihazırda var olan durumu değiştiremezdim artık. Bir daha yanıma gelmeyecekti, yüzüme bakmayacaktı fakat mutlu olduğu sürece bunun bir önemi yoktu. Ailemin aksine Sora'nın benim korumama ihtiyacı yoktu. Güvende ve mutlu olduğu sürece geri kalan hiçbir şeyin önemi yoktu.

Acaba şuan antreman yapan grubun içinde olabilir miydi? Dışarıdan bakınca vurdum duymaz biri gibi görünüyordu fakat çalışkan biriydi Sora. Birçok kere pencereden nasıl dövüştüğünü görmüştüm.Bakışları değişiyor, adeta farklı bir insana dönüşüyordu.Onunla antreman yapmak çok güzel olurdu.

Kendine gel,Ige. Boş hayaller kurmanın hiçbir faydası olmayacaktı. Elime geçen tek şey hayal kırıklığı olurdu. 

Onun yerine dikkatimi aynı anda bana dönen onlarca göze çevirdim. Bağırışların, savaş nidalarının, muhabbetlerin yerini ölüm sessizliği almıştı. Tahmin ettiğim bir tepkiydi bu elbette. Korkmamış ya da gerilmemiştim, muhtemelen bir süre sonra gelecek olan saldırı girişimine de şaşırmayacaktım. Michael'ın ormanında yıllarımı üzerime atılıp boynumu kıran ya da öldürmekten beter eden insanımsı mahlukların arasında geçirmiştim. Birkaç çaylağın bakışlarından korkacak halim yoktu.

'Seni ikinci kez korumam,Ryujin.' dedi uyuz herif askerlerin arasından sakince yürümeye devam ederken, kırbaçlandığım o günü kastederek.Burada olmamın sebebi kendisiydi, sırf iki asker korkuttu diye ona teşekkür edecek halim yoktu.

'Korumana ihtiyacım hiçbir zaman olmadı,Ketsushin. İşine bak.'

'Boyundan büyük laflar ediyorsun.' Dönüp çenesine bir tane yumruk geçirme isteğimi güçlükle bastırdım. Boyumu işe karıştırmak terbiyesizceydi.

'Prenses Ige.' Kim olduğunu anlamak için başımı çevirmeme bile gerek yoktu. Böylesine yoğun akan bir aksan ancak Chlothar'a ait olabilirdi. Normal şartlar altında komik duracak tüylü şapkasıyla bir Fransız şövalyesi gibi bir grup askerin önünde dikiliyordu. Havadaki soğuk gerginlik onun selamıyla kırılmış, homurtular yükselmeye başlamıştı. 'Sizi burada görmek ne hoş.'

'Merhaba.' diye yanıtladım kibar selamını. Bana yöneltilen ilk kelimelerin bunlar olmasını beklemiyordum.

'Güneş ışığı altında daha sağlıklı görünüyorsunuz.' Yüzümü çevirip arada bir bulutların ardına gizlenen güneşe baktım. Şimdiye kadar fark etmemiştim fakat sıcak ışıkları gerçekten de iyi hissettiriyordu.

SEKİZ- CEHENNEMİN KANATLARI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin