"Yalvarırım bırakalım artık, yeter."
"Ayağa kalk." diye emrettim kılıcımla omuzunu dürterken. Zorlukla kalkıp dizlerinin üzerine oturdu.
"Ben bir okçuyum. Yakın dövüşte neden bu kadar iyi olmalıyım anlamıyorum. Rakibim yüzümü bile göremeden ölmüş oluyor zaten."
"Ok ve yayla yapabileceklerin sınırlıdır,Sora."
"Bu konuda yanılıyorsun işte. Yapabileceklerim yayımla değil hayal gücümle sınırlı." Azarlayan gözlerle ona baktım fakat umurunda bile olmadı. Ne zaman yola gelecekti bilmiyordum. Bıkkınlıkla nefesimi bırakıp ayağa kalkması için elimi uzattım. Sora'nın sıradan bir okçu olmadığının farkındaydım. Çılgınca denilebilecek teknikleri, ilk başta saçma görünen çeşitli tasarımlarda okları vardı. Bir keresinde o oklardan birinin adamın göğsünü matkap gibi parçalayarak arkasındaki ağaca yarıya kadar saplandığını görmüştüm. Öyle bir saldırıdan normal birinin kurtulma imkanı yoktu. Fakat istisnai durumları da göz önünde bulundurmalıydı.Oku ve yayı her zaman yanında olmayabilirdi. Bunu ona yüzlerce defa anlatmıştım elbette fakat değişen bir şey olmamıştı.
Omzumda bir kol hissettim.
"Beni sevdiğin için endişelendiğini biliyorum." diye fısıldadı kulağıma doğru iğrenç bir ses tonuyla. Omzumdaki kolunu tutarak Sora'yı yere savurdum. Yılışık tavırlarından nefret ediyordum.
"Prens Valentine." Aniden ortaya çıkan Deniz'i görünce ciddileştim. Önemli bir şey olmalıydı, rapor vermek ve acil durum bildirmek haricinde asla ortada görünmezdi. Ağır başlılıkla selam verip mühürlü kağıdı bana uzattı.Yazılanları okudukça kaşlarım daha da çatıldı.
"Ortalama ne kadar zamanımız var?"
"Oraya zamanında varmanızı sağlayacak kadar." İç çekip kağıdı ateşe verdim. Baş belaları, döndüklerinde kendi başlarına hareket etmenin ne demek olduğunu gösterecektim onlara. Kendilerini ne zannediyorlardı? Altı üstü basit birer askerdiler, element savaşçılarına kafa tutmak ne hadlerineydi? Gönderilmemeleri konusuna uyarmıştım komutanları, daha gitmeden başlarını belaya sokacakları belliydi.
"Daniel'a haber ver. İki saate adamlarla birlikte hazır olsun."
"Emredersiniz, efendim."
"Avustralya'ya mı gidiyorsun?" diye sordu Sora, Deniz gider gitmez. Gözleri heyecanla parlıyordu.
"Sen gelmiyorsun, Sora."
"Ama Avustralya'ya gidiyorsun. Ya Ryujin Prensesi ile karşılaşırsan?"
"Onun olduğu yere gitmiyorum, Sora. Karşılaşma olasılığımız yok." Yere oturup somurtarak bağdaş kurdu.
"Benimle çocukmuşum gibi konuşan ses tonundan hoşlanmıyorum."
"On yedi yaşında bir çocuksun. Ben göreve giderken sen altını ıslatıyordun." Gözleri öfkeyle kısıldı. Arkada bırakılmaktan nefret ettiğini biliyordum fakat Sora'yı oraya gönderemezdim. Ryujinler kızı almak için harekete geçmeye hazırlanıyorlardı. Bunun için en nitelikli askerlerini bile göndermişlerdi. Beklediğim an yavaş yavaş yaklaşıyordu. Şu an kızı alamayacaklardı elbette fakat önemli bir adım atılmıştı. Eğer işler planladığım gibi gidersem iki yıl içinde kız bu sarayda yaşıyor olurdu. Ryujinlere kaybetmemiz gibi bir olasılık yoktu, en kötü senaryo kızın ölümüydü. Ki, dönüşmediği sürece sonu yakında bu olacakmış gibi görünüyordu.
"Peki ya onunla karşılaşırsan?"
"Karşılaşmayacağım, Sora."
"Ya karşılaşırsan?" diye ısrar etti inatla. Sıkıntıyla iç çektim.
"Ryujinleri alt etsek bile Kurenai'nin adamları orada olacaktır. Herhangi bir çatışmaya girmek aptallık olur." Hülyalı bir iç çekti.
"Acaba güzel midir?" Boş gözlerle ona baktım.
"Hepsi öyle değil mi zaten?"
"Bakış açın çok sığ, Valentine. Onlara bakınca şehvet duyman demek değil güzel olmaları. Bahsettiğim şey aura, her kadının kendine has bir çekiciliği vardır."
"Bu duyduğu en saçma şey. Bir kadın güzelse güzeldir, değilse değildir." Kınayıcı bakışlarıyla süzdü beni.
"Gömleklerine değer verdiğin kadar insanlara değer versen çok farklı şeyler göreceksin, biliyorsun değil mi?"
"Etrafımda buna değecek insan olursa söz veriyorum dediğini yapacağım." dedim alayla. Bir asker için fazla duygusal davranıyordu.
"Duygusal davrandığımı düşünüyor olabilirsin fakat bu tamamen farklı bir durum. Hayatın güzelliklerini görüyorum." Kılıcımı sertçe kınına soktum.
"Kahrolası bir oyun oynamıyoruz,Sora. Bir şeylerin iyi tarafını görmeye ne vaktimiz ne de lüksümüz var. Binlerce yıldır süren bir savaşın ortasındayız. Kazanamadığın sürece hiçbir şeyin anlamı yok." Çıldırtıcı bir sakinlikle yüzüme bakmaya devam etti.
"Kazandığın şey ne? Güç mü?"
"Dalga geçiyorsun herhalde."
"Hayır ama bunun senin için bir anlam ifade etmediğini bildiğim için nefesimi boşa harcamayacağım." Ayağa kalkıp üzerini silkeledi. "Sadece bazen elde etmeye çalıştığımız şey için kaybettiklerimize değiyor mu diye düşünüyorum." Başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gitti. Kaşlarımı çatarak toparlanmaya devam ettim. Sora yanılıyordu. Henüz çok genç olduğu için bazı şeyleri anlayamıyordu. Fakat yakında anlamaktan başka bir seçeneği kalmayacaktı. Vakit daralıyordu, bu çocuksu davranışlarından kurtulacak ve hayata gerçekçi bir bakış açısıyla bakmayı öğrenecekti. O zamana kadar onu hayatı pahasına koruyacaktım.
Tüm Ryujinlerin kökünü kazıyıncaya kadar... Asla vazgeçmeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEKİZ- CEHENNEMİN KANATLARI (TAMAMLANDI)
Fantasy"Bildiğim tüm doğrular, dudaklarından çıkan bir cümleyle paramparça olmuştu. Avuçlarımda kalan tek gerçek, bir insan olmadığımdı. Tutunabileceğim tek şeyse onurumdu." Çocukluğundan beri zor zamanlar geçirse de hiçbir zaman şikayet etmemişti, Ige Wis...