Bölüm 24

278 55 2
                                    

"Burnunu yere indirmeleri çok uzun sürmez, sevgili kardeşim." diye mırıldandı yanımda duran ela gözlü Ryujin sesinden adeta zehir akarken. Kral salondan ayrılır ayrılmaz öfkeli homurtular başlamış, kadın pençelerini bana geçirmek için saniye harcamamıştı. Göğüslerini güçlükle örten abartılı kumaş yığınının içinde zorlukla nefes alıyormuş gibi duran kadına çevirdim bakışlarımı.

"Kardeşim falan değilsin benim." dedim aşağılayıcı bir şekilde. Gözlerinde tehlikeli bir alev yandı.

"Kelleni isteyen bir salon dolusu askerin önünde hiç de akıllıca konuşmuyorsun,ufaklık."

"Aynı askerlerin sana hayran olduklarını zannediyorsun herhalde."

"Sen kendini-"

"Seninki kadar zayıf kollarım olsaydı ağzımdan çıkacak olanlara dikkat ederdim." diye fısıldadım ona doğru eğilip. Yutkunarak hafifçe geri çekildi.

"Bana bir şey yapmaya cüret edemezsin."

"Her anından zevk alırım." diye yanıtladım neşeyle. Hem de inanılmaz bir zevk. Gerginlikle kralın çıktığı kapıya doğru bir bakış attı. Muhtemelen kralla birlikte giden prensin gelip kendisini korumasını bekliyordu. Adamın Ryujinlere bakarkenki yüz ifadesinden onu küçümsediğini anlamıyor muydu bu kadın? Onu tanıdığım ilk seferde bile anlamıştım ne tür bir insan olduğunu.

Bakışlarımı geniş salonda gezdirdim. Herkes gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Sanki daha önce hiç Ryujin görmemişler gibi.

Sanki bir yaratıkmışım gibi.

Her hareketimi izliyor, ağzımdan çıkan her kelimeyi dikkatle dinliyorlardı. Fakat kimse bir şey söylemeye cesaret edemiyordu, özellikle kralın misafirleri olduğuma dair ilginç konuşmasının ardından. Garip bir şekilde kral beklediğim kadar korkutucu biri değildi.Kraliçenin söylediklerinden yola çıkarak onun da güç ve kan delisi bir üstün ırk olduğu kanısına varmıştım oysa ki.Belki de güç delisiydi gerçekten, sadece yöntemleri farklıydı. Hangisi daha tehlikeliydi bilmiyordum ama bir şekilde öğrenecektim. Buradan bir şekilde kaçmayı başarıp ait olduğum yere geri dönecektim.

"Paylaşmaktan pek hoşlanmam." Durup dururken neden böyle bir şey söylediğini merak ederken Miranda'nın bakışlarını takip ederek geleni gördüm. Prens heykel gibi ifadesiz bir yüzle hızla bana doğru geliyordu. Durum anlaşılmıştı.

"Hepsi senin olsun." Dudakları memnuniyetle kıvrıldı. O herifin bana dokunmasındansa yılan dolu bir çukura atlamayı tercih ederdim.

"Gidiyoruz." dedi buz gibi bir sesle yanımıza varır varmaz. İçlerinde Leo'nun da olduğu arkasında onu takip eden üç asker daha vardı. İtiraz etmeden aralarına girdim ve yeni hücreme doğru yürümeye başladık. Ryujinlerin kaldığı iç kalenin, kalacağım orta kaleye göre daha basit bir mimarisi, boş bir görkemi vardı.Mermer oyması heykeller, paha biçilemez tablolar, göz alıcı çiçek tarhları ile dolu olsa da kocaman bir evde çocuğun oyalanması için ayrılmış küçük bir odaya benziyordu burası. Askerlerin bulunduğu orta kalede ise durum çok farklıydı.

Hilal şeklindeki taş bina, oldukça büyük olan eğitim sahasını sarıyor, bir yerden sonra yerin altına geçerek yoluna orada devam ediyordu. Binada hiçbir oda karşılıklı ya da yan yana değildi. Her birine açılan bir koridor, kapılarına inen ya da çıkan basamaklar vardı. Herkesin kişisel bölgesinin sınırlarını çiziyordu adeta. Duvarlarda ne bir resim, ne bir silah ne de bir yazı vardı. O kadar sadeydi ki biraz boğuluyordu insan sanki. Pencereden gördüğüm kadarıyla göz alabildiğine uzayıp giden eğitim sahası birçok bölüme, yüzey şekillerine ayrılmıştı, çok büyük olasılıkla da yüzlerce gizli tünelle bağlantılıydı. Tünelleri keşfetmek için sabırsızlanıyordum, Michael'ın üssü de dağlara oyulmuş yüzlerce geçit ve tünelle doluydu. Çok iyi bilen biri, binlerce yükseklikteki o dağlardan denize bile ulaşabilirdi. Fakat tüm bu geçitler korunduğu ve sadece belli bir kısım asker tarafından bilindiği için dış dünya tarafından asla öğrenilemiyor.Dolayısıyla da Michael'a saldırı düzenleyip onu hazırlıksız yakalamak imkansız hale geliyordu.

SEKİZ- CEHENNEMİN KANATLARI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin