"Korkuyorum, Valentine. Kötü şeyler olacak,hissedebiliyorum." Başımı, son kırk beş dakikadır sızlanıp duran kadına çevirmeden sakince cevap verdim.
"Korkacak bir şey olmadığını daha kaç defa söylemem gerekiyor, Miranda? Ölmene izin vermeyeceğim."
"Korktuğum şey ölmek ya da yaralanmak değil. Bana zarar gelmesine izin vermeyeceğinizi biliyorum. Sadece..." Derin bir nefes alıp hala çarşaflarla oynamakta olan Miranda'ya baktım. Her zamanki öz güvenli ve küstah ifadesinin yerini endişeli bakışlar almıştı. Ela gözleri tereddütlü bakıyordu.
"Vazgeçmek gibi bir seçeneğin yok." dedim sert bir sesle. İrkilerek bakışlarını kaçırdı.
"Vazgeçmeyi düşünmemiştim. Uzun yıllardır bu şekilde yaşıyorum zaten.Sadece..." Gerginlikle dudaklarını kemirdi. "O kızı buraya getirmeseniz olmaz mı? Başka bir yolu yok mu?"
"Kıskançlık yapmak için uygun bir zaman değil, Miranda."
"Bunun kıskançlıkla alakası yok. Anlamıyorsun, o kızda korkutucu bir şeyler var.'
"Arkasındakilere sığınıp oyun oynamaktan başka bir şey bilmeyen aptal bir kız sadece, korkutucu hiçbir şey yok." Yüzünü buruşturdu.
"Ben öyle düşünmüyorum." Ona doğru dönüp kollarımı göğsümde birleştirerek bakışlarımı ona diktim.
"Daha önce hiç görmediğin biri hakkında nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?"
"Sadece bir his." dedi bakışlarını kaçırarak.
"Bana yalan söyleme, Miranda." Bir an bir şey söyleyecek gibi olduysa da vazgeçip oynadığı örtülere geri döndü. Onu anlamıyordum. Daha önce hiç bu kadar öz güvensiz davranmamıştı. İşin içinde başka bir şey olmalıydı.
Oturduğum koltuktan kalkıp usulca yanına, yatağa geçtim. Vücudu beklentiyle gerilirken çenesini yumuşak bir hareketle sıkıca kavrayıp gözlerimin içine bakmasını sağladım. Ondan yayılan arzuyu net bir şekilde hissedebiliyordum, endişesi geldiğinden çok daha hızlı bir şekilde yok olmuştu.
"Beş yıl, Miranda...Bugünün gelmesi için tam beş yıl bekledim." Parmaklarımı çenesinden omuzlarına doğru kaydırırken ciddiyetimi anlaması için yüzümü yüzüne biraz daha yaklaştırdım. "Bugünü mahvetmeye cüret edene merhamet etmeyeceğim. Buna sen de dahilsin,anlıyor musun?"
"Ben sadece-" Ağzını uyaran bir ifadeyle kapatırken başımı salladım.
"Bahane yok, Miranda. Bir Ryujin eksik ya da fazla, benim için fark etmez. Ne söylemeye çalıştığımı anlıyor musun?" Yutkunarak başını salladı. Yaramazlık yapmayacağına emin olduktan sonra Miranda'yı bırakıp üzerimi giyinerek odadan çıktım.
Kaledeki hava her zaman olduğundan daha ağır, daha sessizdi. Ayak altında dolaşan ne bir insan ne de bir üstün ırk vardı. Herkes görev yerlerinde,benden gelecek bir sonraki emri bekliyordu. Çok beklemeleri gerekmeyecekti, çok değil, en fazla bir gün içinde yıllardır uğrunda çalıştığım amaca ulaşmış olacaktım.
"Prens Valentine." Beni karşılayan Fransız askere kısa bir baş selamı verdikten sonra masadaki yerime oturdum. İçinde Sora'nın da bulunduğu kalenin en yetenekli on yedi askeri, ifadesiz bir yüzle gözlerini dikmiş bana bakıyordu.
"Yeterince hazır görünüyor muyuz,Prensim?" diye söze girdi Sora üzerindeki kot pantolon ve müzik grubu baskılı tişörtü göstererek. Neredeyse gülümseyecektim.
Neredeyse.
"Okları nereye sığdırdığını sormayacağım. Sadece üzerinde olduklarını ümit ediyorum." dedim imalı bir ses tonuyla. O ise göz kırparak yanıt vermekle yetindi. İç çekmekten başka bir şey yapamadım,yıllar Sora'nın neşesinden hiçbir şey götürmemişti. Birkaç saat içinde son yüzyılın belki de en önemli saldırısını yapacak olmamız onun için hiçbir şey ifade etmiyordu elbette.
"Diğer herkes yerlerini aldı, şafak söktüğü an başlayacağız. Herhangi bir sorusu olan var mı?'"Sessizlik olunca memnuniyetle başımı salladım. 'Güzel o halde.'
"Heyecan verici bir macera olacak." diye yorum yaptı Rus komutan koltuğunda iyice geriye yaslanırken. Çelik grisi gözlerinde ürpertici bir ışıltı vardı.
"Tedbiri elden bırakmamaya dikkat edin. Ryujinlerin de dikkate değer yetenekleri var."
"Endişeniz boşuna, Prensim. O işe yaramazları hallettikten sonra kızı becermeye bile vaktim kalır."
"Ben olsam o kadar emin olmazdım." diye araya girdi Sora tek düze bir ses tonuyla.Kısa bir sessizlikten sonra Stanislav tok bir kahkaha attı.
"Bütün eğlenceyi Prens'e bırakmak haksızlık değil mi,ufaklık?" İrkilmekten kendimi alamadım. O cadıyı elimin altında çıplak yatsa bile dokunmazdım ona.
"Kastettiğim o değildi fakat bir önemi yok." Yüzüne tekrar bir gülümseme yapıştırıp bana döndü Sora. 'Şimdiden tebrik etmek sanırım yanlış olmaz.'
Olmazdı. Başarısızlık gibi bir olasılık yoktu. O kadın benim olacaktı.
Ölümüme neden olsa da benden kaçmasına izin vermeyecektim.
Zorla ya da güzellikle. Yöntemin benim için bir önemi yoktu.
"Kolay gelsin.. Hepimize." Bakışlarımı mırıldanan Sora'ya çevirdim. Yine bir şeyler hissetmiş, beynimi okumuştu pislik herif. Fakat aklımı karıştırmasına izin vermeyecektim. Artık geri dönüş yoktu.
Ige Wisteria benim olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEKİZ- CEHENNEMİN KANATLARI (TAMAMLANDI)
Fantasía"Bildiğim tüm doğrular, dudaklarından çıkan bir cümleyle paramparça olmuştu. Avuçlarımda kalan tek gerçek, bir insan olmadığımdı. Tutunabileceğim tek şeyse onurumdu." Çocukluğundan beri zor zamanlar geçirse de hiçbir zaman şikayet etmemişti, Ige Wis...