Bugün de gelmemişti. Neyse ki...
Derin bir iç çekerek nöbet değişimi yapan askerlerin sessizce işlerini bitirmelerini bekledim. Pislik herif beni çileden çıkardıktan sonra birkaç saat daha çıldırtan bir sakinlikle odada durmuş, sonrasında ise çıkarak bir daha gelmemişti. Onun yerine kapıda daha yaşlı ve rütbeli askerler nöbet tutuyordu. Haftada birkaç kez demişti ilk gün. Umarım ilk ve son seferi olurdu.
"Ige." Şaşkınlıkla sesin geldiği yöne baktığımda camın dışında durmuş sırıtan Sora'yı gördüm. Bana ismimle seslenen tek kişi oydu, Sora'yı görmek yerlerde olan ruh halimin düzelmesini sağlamıştı. Vakit kaybetmeden camı açıp içeri girmesini bekledim. Kedi kadar çevik bir hareketle içeri sızdı, kendini tekli koltuğa bıraktı. 'Esirlik nasıl gidiyor?'
"Olur mu hiç? Misafirim ben." dedim dümdüz bir sesle. Sırıtmakla yetindi.
"Gelmek üzere."
"Kimden bahsediyorsun?" Cevap vermesine fırsat kalmadan gece kadar karanlık gözleri ve başak tarlası gibi altın saçları olan bir askeri çeri daldı. Sakin fakat eleştiren bakışlarını Sora'ya dikmiş bekliyordu. Sora ise anlamamış gibi davranmakta ısrar ediyordu.Bir süre öylece birbirlerine bakmaya devam ettiler.
Baktılar...Baktılar...Baktılar...
"Bir şey söyleyin artık!" diye patladım daha fazla dayanamayarak.
"Burada olmaması gerekiyor." Her harften akan yoğun Fransız aksanı karşısında yüzümü buruşturdum.
"Burada olmamın kimseye bir zararı yok."
"Emirlere karşı geliyorsun."
"Kahretsin, unutmuşum!" dedi Sora yapmacık bir dehşetle. Koltuğuna iyice yerleşip bacak bacak üstüne attı. "Sanırım burada durup olayı kontrol altında tutman gerekiyor. Ayakta durmak senin için sorun olur mu?"
"Bunun bedelini ödemen gerekiyor."
"Sana borçluyum." diye söz verdi Sora gönül çelen bir gülümsemeyle. Oturduğu koltukta biraz yana kaykılıp eliyle oturmasını işaret etti. "İyi günümdeyim, gel haydi.
Fransız asker ifadesiz bir yüzle Sora'nın gösterdiği yere oturdu ve karanlık bakışlarını bana dikti. Yargılar bir hali yoktu, daha çok anlamaya inceler gibiydi fakat yine de bakışlarının ağırlığı rahatsız ediciydi.
"Oldukça güzel bir kadın,öyle değil mi?"
"Öyle gerçekten de." diye karşılık verdi Sora'nın yersiz yorumuna Fransız. İkisine de kaşlarımı çattım.
"Ben burada yokmuşum gibi konuşmayı keser misiniz?"
"Gerçekten çok güzel bir bayansınız,Prenses." Gözlerimi kırpıştırarak askere baktım.Durgunluğundaki bir şeyler rahatsız ediciydi.
"Bir Kurenai olmasa da Chlothar da en eski üstün ırklardan biri. Biraz garip olabilir fakat iyi biri, severim kendisini."
"Ne kadar minnettarım anlatamam." Askerin sesindeki umursamazlık gülmeme neden oldu. Sora'nın tüm sırnaşmalarına bir heykel kadar tepki veriyordu.Kolunu omzuna attığında bile bakışlarını şöyle bir çevirmekle yetinmişti.
"İnsanlara ön yargısız yaklaşabilen birilerini bulmak gerçekten zor, o yüzden Chlothar ile arkadaş olma fırsatını kaçırmamalısın." İrkilerek hayretler içinde Sora'ya baktım. Nasıl böylesine pervasızca bir yorum yapabilirdi?
"Binlerce yıl yaşayınca ön yargılar önemsiz detaylar haline geliyor." İkinci bir şokla tekrar Fransıza çevirdim bakışlarımı. Doğru mu duymuştum az önce ben? "Sanırım sana en çok bu yüzden saygı duyuyorum ufaklık. Bazılarının yüzlerce yılda yapamadığı şeyi kısa ömründe başardın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEKİZ- CEHENNEMİN KANATLARI (TAMAMLANDI)
Fantastik"Bildiğim tüm doğrular, dudaklarından çıkan bir cümleyle paramparça olmuştu. Avuçlarımda kalan tek gerçek, bir insan olmadığımdı. Tutunabileceğim tek şeyse onurumdu." Çocukluğundan beri zor zamanlar geçirse de hiçbir zaman şikayet etmemişti, Ige Wis...